12 Nisan 2015 Pazar

BİR ÇIĞLIKTI YALNIZLIĞIM HEPİNİZ Mİ SAĞIRDINIZ?

18 yaşındayım ve dürüst olmak gerekirse kendi hayatım ara sıra bana bile yabancı geliyor. Ya da en azından bu hayatın bana ait olduğuna hala inanmakta güçlük çekiyorum. 
Daha kendimi bile tanımamışken ‘Kim olmak istediğim’ ya da ‘Nasıl biriyle olmak istediğim’ sorularıyla boğuşmak zorunda kaldım. Bundan beş sene önce hayata bu kadar karmaşık bakmayan, ne olmak istediğini bilen, gelecek planları olan masum küçük bir kızdım. Çevredeki her şeyin farkına varmak,insanların gerçek yüzlerini fark edebilecek kadar büyümüş olmak iyi bir şey değilmiş.. O pespembe masum dünyada kalmayı çok isterdim. Dünyaya çocuk gözlerimle bakmaya devam etmeyi, hayat denen bu savaşa bilinçli olarak katılmayı hiç mi hiç istememiştim. Ama seçim şansım yoktu. Kimse bana ‘İster misin?’ diye sormadı. Galiba en acı yanı da bu. Çocukken o zaman ki sorunlarımı aşamayacağımı sanırdım. Bir dağ kadar yığınla sorunum var sanırdım. Çok gülünç aslında. Keşke biri bana çıkıp her yaşın kendine has problemlerinin olduğunu ve aslında bu problemlerin yaşımla beraber büyüyeceğini söyleseydi.


Şöyle dönüp bir geçmişe baktığımda ne çok şeyle savaştığımı düşünüyorum. Çocukluğumdan itibaren hatta herkesin yaptığı gibi hayata gözlerimi açtığım ilk andan itibaren hep bir savaş halindeydim. Hayatla, koşullarla, duygularla.. Ama galiba en büyük savaşımı da yalnızlıkla verdim. Böyle cümleler kurmaya başlayınca hep aklıma yüzyıl savaşları gelir. Ona benzetirim. Hani bitmek tükenmek bilmeyen o savaşlar ve sonucunda kendileri tükenen iki ülke. Benim yalnızlıkla olan savaşımda öyleydi aslında. Sadece kendimi tükettim. Eminim okuyucularım arasında yalnızlığı hala ‘aşksızlık’ olarak algılayanlarda vardır.  Ama benim sözünü ettiğim yalnızlık duyguları arasında sıkışıp kalmak anlamını taşıyan ve kurtulması zor olunan durum..
Ne zaman kapattım duygularımı etrafımdaki insanlara, ne zaman sustum, ne zaman duruldum, ne zaman kendi kabuğuma çekildim inanın bilmiyorum. Kendimi ifade etmeyi bıraktığım, insanlardan koptuğum o zamandan sonra bidaha hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Bu kasvetli yazıya aldırıpta sakın idealleri olmayan, asosyal bir kız sanmayın beni. Aslında tam tersi bunları dile getirecek en son insanmışım gibi bir hayat içerisindeyimdir. Benim sorunum, benim yalnızlığım kendimle. İçimde biriktirdiklerimin hep orada büyüyüp birikmesiyle.. Sessiz çığlıklarımın insanlara ulaşmadığını anladığım gün yazmaya başladım ben. Devrimler üzerine kompozisyon yazan kız olmayı bırakıp asıl edebiyatın engin denizine yelken açtım. Duygularımı döktüm cümlelere. Kimi zaman Nazım Hikmet Ran misali gerçekçiliğe koştum, kimi zaman Atilla İlhan gibi mavide boğuldum. Cemal Süreya’nın şiirlerine, Ayşe Kulin’in eserlerine akıttım içimdekileri.
Sonra Özdemir Asaf’ın Lavinia’sına hayranlık besledim uzunca bir süre. Varlığını bile yeni öğrendim bir aşka bağlandım tutkuyla. Dış dünyayla bütün bağlantımı kesip kendimi olmam gereken yerdeymişim gibi hissettiren, çoğu yaşama gözlerini yummuş, edebiyat aracılığıyla bağ kurduğum insanlarda buldum çözüm yolunu.
Şüphesiz ki yazının bu kısmında okumayı bırakan, edebiyatı ezberlenmesi gereken binlerce eser olarak gören birçok okurum var.
Ama öyle değil.
Resim ve müzik nasıl ki insanların kendilerini ifade etmeleri için bir araçsa edebiyatta benim sessiz çığlıklarımı yankıya dönüştüren bir sanat. Ben yazıyorum, binlerce insan okuyor. Onlar okudukça benim yalnızlığım paylaşılıyor.

Yazmaya başlamadan önce hayatımın gidişatıyla ilgili derin düşüncelere kapılmışken günlüğümün boş bir sayfasına ‘Bir çığlıktı yalnızlığım, hepiniz mi sağırdınız’ diye iki mısra karalamıştım. Bugün okuduğumda bir gülümseme oluşuyor yüzümde. Ben yalnızlığımla olan savaşımı yazarak kazandım diyebilmenin sevincini yaşıyorum. Ama hala bir yerlerde bu savaşı vermekte olan insanlar var. Umarım onlarda bir gün zafer çığlıklarını atmayı başarırlar..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder