30 Ağustos 2013 Cuma

Gözyaşlarına elveda, Yeni Bir Güne Merhaba

Belki yazmaman gereken bir yazı, belki fazla özel hayatım ama en azından paylaşmak iyi olur diye düşünüyorum.


Dün babamla ufak bir tartışma yaşadım. Altta kalmayan bir yapıya sahip olduğumdan ben bağırdım o da bağırdı. Anlıycağınız küçücük bir tartışma alevlenerek büyük bir soruna dönüştü.
Tabi bağrışmalar falan olunca ağlamak kaçınılmaz. Hele ki benim kadar duygusalsanız. Kaç saat ağladığımı bilmiyorum. Kendimi çantamın içine birkaç parça eşya koyarken buldum. Her zaman böyle yaparım. Sorun olduğu zaman savaşmak yerine kaçarım,uzaklaşırım evden. Genelde gittiğim yer anneannemin yanıdır. Bahçesinde zaman geçiririm. Düşünmek kendinle baş başa kalmak için harika bir yerdir. Yine öyle yapmaya karar verdim. Planı kafamda hemen oluşturdum.
Çantayı kenarıya koyup dünyanın en güzel uykusunu uyudum. Bilirsiniz işte 'Ağladıktan sonra uyunan uyku, dünyanın en güzel uykusudur'..

Sabah gözlerimi açtığımda Gizem yanıbaşımdaydı. 
Önce şaşırdım, sonra anladım. Annem arayıp çağırmış, çünkü aile sorunlarında en iyi gelen şey olayın dışında bir arkadaştır. Zorla yataktan kaldırdı beni evden dışarı çıkardı. Yürüdük, ben anlattım o dinledi..
Anlatırken farkettim ki aslında olay sandığım kadar kötü değil. Dün gece fazla duygusal davranmışım. Fazla kötü görmüşüm olanları. Neyse işte, biz böyle konuşmaya devam ederken babam aradı, özür diledi. Çok tepki verdim seni ne kadar sevdiğimi bilirsin hatalıyım dedi.

Bir babanın kızından özür dilemesinin ne demek olduğunu bilemezsiniz.Ben babasına aşık olan kızlardanımdır. Herşeyi kaldırabilirim ama babamla tartışmayı asla. O özür o kadar iyi geldi ki, akşamınada beni aldı yemeğe çıkardı.Anladım ki özür yemeğinin tadı bir başkaymış..

Diyeceğim o ki ;
Olayların içindeyken herşey çok kötüymüş gibi gelir. Düşünemez, mantığımızı kullanamaz sadece duygularımızla hareket ederiz. 
Kırılırız çünkü, inciniriz. Ama zaman herşeyi düzeltir . 
Böyle zamanlarda size tavsiyem güzel bir uyku uyuyup sorunları ertesi sabaha bırakmanız.
İnanın herşey çok daha güzel olucak...




29 Ağustos 2013 Perşembe

Patrick Süskınd'ın KOKU romanı üzerine..

BİR CANİNİN HİKAYESİ..

İki gün önce okumaya başladığım bu güzel roman hakkındaki düşüncelerimi sizinle paylaşmak istedim.

Romana konu olan olay 18. yy'da Fransa'da geçiyor. Jean-Baptiste Grenouille tüm insancıl duyumlardan ve duygulardan yoksun, yalnızca kokulara karşı görülmedik ölçüde duyarlı, istediği kokuları üretebilmek için cinayet işlemekten çekinmeyen bir katildir.

Evet kitaba ilk başladığımda koku için cinayet mi işlenir ? şeklinde eleştiri yapmıştım. Ancak ilk 50 sayfadan sonra yazar sizi kitabın içine öyle bir çekiyor ki kalkıp insanları öldürüp kokularından parfüm yapasınız geliyor. Gülmeyin, ciddiyim. 
Grenouille daha bebek yaştayken süt anneler tarafından Pariste büyütülüyor. Ama onu alan her süt anne iki gün sonra geri getiriyor. Diyorlar ki 'Bebekler masumdur, kokularıda öyle. Ama bu bebek kokmuyor. Bu bebek şeytanın yavrusudur'.Şeytanın yavrusu fazla mı abartı bilmem ama Grenouillenin kötülüğü temsil ettiği bir gerçek.
Yazar öyle farklı tanıtmış ki Paris'i, hani şu bildiğimiz, aşıklar şehri olan Paristen eser yok. Pis kokuların hakim olduğu, hastalıkların etrafta cirit attığı cehennem azabının tasviri olabilecek nitelikte bir Paris anlatılan. Önceleri yadırgadım, anlayamadım. Sonra farkettim ki yazar gözleriyle bakmıyor Paris'e. O Grenouille olarak, sadece kokulara bakarak tasvir etmiş bizim güzelim Parisimizi..

Herneyse Grenouille bir şekilde büyüyor ve dönüştüğü insan -ki insan demek mümkünse- yalnızca kokulara göre hareket ediyor. Havayı koklayarak karanlıkta yolunu bulabiliyor, Her nesneyi kokularına göre birbirinden ayırt edebiliyor.

Komik olansa şu. Yazarın anlatışına göre Grenouille ilk cinayetini işlediği zaman genç bir erkek. Kızın kokusunu takip ederek evine giriyor. Yazar kızı öyle bir anlatmış ki VS meleği sanırsınız. Bizim oğlanda kızı boğuyor, soyuyor ve sadece kokluyor. Cinsellik üzerine hiçbirşey yok. İşte burda hikayenin inandırıcılığını kaybettiğini düşünüyorum.

Şimdi diyebilirsiniz 'Kızım çocuk sadece kokluyo, herşeye inandında bir bu mu kaldı inanmadığın'. Evet, burda hikayeden koptum ben. Hani bu erkeğin arzusu, isteği ? Yaratılışta anlatılan o şehvet, arzu, karşı cinse olan istek nerde ?

Daha sonrasında kendi kokusunun olmadığını anlayıp daha fazla cinayet işlemeye başlıyor, ki burdan sonrasıda kitabın sonuna ulaşıyor zaten.

Diyeceğim o ki kitap güzel ancak bizden, yaşamımızdan fazla uzak..
Patrick iyi bir yazar bu belli.
Ancak ne yazık ki bir Dostoyevski, bir Tolstoy değil..

28 Ağustos 2013 Çarşamba

Yüzümü gülümseten, ve bu yazıyı yazmamı sağlayan okuyucuma hitaben..

Aslında hiç yazmayı düşünmediğim akşamlardan biri. Balkonda oturdum twitterda zaman öldürüyorum..

Ama bu yazıyı yazmama sebep olucak biri çıktı karşıma, onun sayesinde parmaklarım klavyeyle buluştu.

İlk yazmaya başladığım zamanı hatırlıyorum. Günlüğümü önüme koyup, tek tek beğendiğim cümleleri ayırıp güzel bir yazı çıkarmıştım ortaya. Paylaşmaya bile korkmuştum. Nasıl oldu acaba ? Çok mu basit ? Ya beğenmezlerse? diye.
Sonra yavaş yavaş anladım 'blog' denilen şeyin ne anlama geldiğini. Burası bizim kişiliğimiz, umutlarımız, hayallerimiz. Etrafımızdaki insanların ön yargılarından uzak, yepyeni insanların bizi biz olarak görüp tanıdığı yer. Burası aslında bizim ruhumuz..
Her paylaşımda içimizi döküyoruz. Her paylaşımda tanımadığımız insanlarla dertleşiyoruz belkide. Bazıları bunu anlayamaz.
Bir kitabın içinde kaybolmamış, kahve kokusunun verdiği huzurla yağmurlu bir günde pencereden dışarıyı seyretmemiş insanlar bilemez bu duyguyu. Gülüp geçerler, alay ederler. Bu öyle güzel, öyle özel bişey ki.
Başka insanlara ulaşabilmek. Başka insanların seni okuduğunu bilmek.
Seni sen olduğun için, seni senin edebiyatınla, seni senin yazılarınla seven insanlar olduğunu bilmek o kadar güzel bir duygu ki..

Belki hiç takip edilmeyen bir blogum var, belkide kendimi kandırıyorum dediğim zamanlardan birinde aldığım bir mesaja borçluyum bu yazıyı.
Bana birilerine ulaşabildiğimi, birileriyle yazılarımı paylaşabildiğimi hatırlatan ve dışarda gördüğüm onca erkeğe rağmen gerçekten dürüst davranabilen o insan için bu yazım.
Attığın mesajın beni ne kadar mutlu ettiğini bilemezsin.

Ve dip not olarakta şunu eklemek istiyorum :
Eğer bu yazıyı okuyorsanız bilin ki,
Dışarda bi yerlerde sizinde yazılarınızı okumak isteyen milyonlarca insan olabilir.
İlk önce 1 kişiye ulaşırken, yarın milyonlarca kişi sizi okuyabilir.
Kendiniz, hayalleriniz ve umutlarınız için henüz elinizde imkan varken yazın..

Vee kesinlikle onunda yazılarını okumayı unutmayın, inanın bakmaya değer..
http://halimizdumanmi.blogspot.com/




YÜZYILIN EN BÜYÜK TARTIŞMASI

ERKEKLER SEVEBİLİR Mİ ?

Gelelim şu malum aşk hayatımıza. 

‘Erkekler asla sevemez’ yargısına inancı tam olan kızlardanım ben. Benim için erkeklerin düşünceleri sadece cinsellik üzerine. Kalplerinin bile tek  işlevinin vücuda kan pompalamak olduğunu düşünüyorum. Yani bizim gibi sevelim, aşk acısı çekelim falan onlarda yok bu duygular. 
Tamam kabul ediyorum . Arada sevenler, aşk acısı çekenler falan çıkıyor. Ama o filmlerde ki gibi aşkından ölen, gözü sevgilisinden başkasını görmeyen erkek yok canım. Yalan bunlar. Yıllarca bizi Mecnunlarla, Romeolarla, Edwardlarla kandırdılar ama yok yani. Onlar sadece hayal ürünü. Eminim o karakterleri yaratanlarda kadındır. Çünkü biz kadınların hayalindeki erkek tipi hep aynıdır. Hep ilk 10 maddemize uyan erkekleri ararız ama asla bulamayız. Aramaktan bıkmayız, yılmayız. Ama bir süre sonrada anlarız ki aslında o erkek dünya üzerinde yok. Bu yüzden de elimizdekiyle yetinmeye bakarız. 

İşte ben hala dünyanın bir köşesinde ilk 10 maddeme uygun, mükemmel erkeğimin olduğuna inananlardanım.
Olmadığını bile bile ‘Belki bir Umut’ diyerek bekliyorum gelecekteki eşimi. 
O gelene kadarda kitaplardaki, filmlerdeki, hayalimdeki erkeklerle idare etmeye çalışıyorum napalım..


7 Ağustos 2013 Çarşamba

BLOG SAHİBİ TEDİRGİNLİKLE SUNAR..

Belki yazacağım en sorgulayıcı yazı olacak ama buna değer olduğunu düşünüyorum..

Küçüklüğümden beri Allahın varlığını, gücünü, büyüklüğünü, kudretini öğrenmeye çalıştım. Daha okuma yazma bilmiyoken annem sayesinde Kuran harflerini öğrendim. Duaları ezberledim, namaz kıldım.. Ailem tarafından dinime bağlı bir birey olarak yetiştrildim. Ama şimdi herşey çok farklı. Duyduklarım, okuduklarım, gördüklerim. O kadar fazla düşüncenin içinde bir an kendimi Tanrı'nın (hangi ismi verdiğimizin bir önemi yok, sonuçta hepimiz için tek bir yaratıcı var) varlığını sorgularken buluyorum. Ona inanıyorum evet. Peygamberlerine, kitaplarına, yarattığı herşeye inancım sonsuz. Ama gelin görün ki bazen aklım karışmıyor değil. Diyorlar ki Allah bizi dünyaya sınamak için gönderdi ve onun kuralları altında kullarına irade gücünü verdi. Onun kudreti anlatılmaz, onun büyüklüğü tartışılmaz. Öyle öğrendik, öyle inandık. Peki gelelim kafa karıştırıcı sorulardan birine. Neden bütün insanlara aynı imkanlar verilmedi ? Dışarıda aç gezen o insanların, sıcacık evinde çeşit çeşit yemeğinin bulunduğu sofrasında oturan insandan ne farkı var ? Evet, biliyorum bunlar bizim için bir sınav ? Peki ya bunu haketmek için ne yaptık ? Cezalandırılıyosak bunun için önce bir hatamızın olması gerekmez mi ? Uyuşturucu bağımlısı pislikler evlerinde para içinde otururken benim halkım dışarda neden 2 parça ekmeğe muhtaç durumda. Dedelerimizin, uğrunda öldükleri bu vatanı satmak isteyenler hala başta rahatken, biz neden bu durumdayız ? Bizim Allahımız neden yardım etmiyor ? Hemen kızmayın, sadece aklımdaki soruları döküyorum buraya. Etrafımda bu kadar inanç varken ve benim kafam bu kadar karışıkken nasıl doğru olanı bulabilirim ki ?

Dediğim gibi,
Allaha inancım tam.
Benim inancım, neden her insana aynı imkanların verilmediğini sorguluyor.
Ve umarım, en kısa zamanda doğru olana ulaşırım..