22 Şubat 2016 Pazartesi

Kendi kıyametimizi yeryüzüne kendimiz taşıdık

Baskın bir toplumuz biz. Sorunlarla savaşmaktan bıkmış, onları yok saymayı tercih eden yada vicdani duygularını körleştirmek için çaba harcamış ve sonunda her şeyi normal olarak algılamış, tembelleşmiş bir milletiz.  Terörün göbeğinde, sorunların merkezinde hem iç hemde dış mücadelelerde her yeni güne yeni bir gelişmeyle uyanan bu milletin kökeninin aksine artık çabaların sonuç vermediğine inandığı kanaatindeyim.
Birey olarak inanmayı, savaşmayı bıraktık mı bilemem ama toplum olarak vazgeçtiğimiz aşikar. Artık bu tükenişin tam ortasında yanımızda patlayan bombalara belki iki adım ötemizde şiddete maruz kalan canlara kulak tıkamak, çığlıkları yok saymak başımıza kıyametten önce gelebilecek en büyük yıkım zaten. 
Gündeme şöyle bir göz atmaya kalksak, bir sabah kahvaltısında ilk günaydını televizyonun başında alsak, bir patlama haberini duysak atacağımız , bizce (!) doğru olan tek adım sosyal medyada başkalarının görüşlerine onay vermek olur sanırsam. Tarihin derinliklerinde Osmanlı'nın son devrinde baskının getirdiği geriliklere dayanamayan onlarca yenilikçi düşünce insanını başka ülkelerin ellerine göndermişken bugün yine aynı tavırlarla tarihin kendi kendini tekerrür etmesine göz yummak ne kadar doğru sizce? Biz bir imparatorluğun yıkıntılarından cumhuriyet yaratmış, her düşünceyi anlayışla karşılamış çok partili sistemi bağrına basmış cesur bir millettik. Yoktan var ettik, imkansızdan oluru yarattık, görmezden gelmek yerine hep birlikte savaştık. Bugün bu olumsuzlukların arasında, bütün sorunları yok saymada çok büyük bir başarı elde etmiş olsakta susmayı kendimize adet edindiğimizi, kendi tarihimizi kendi ellerimizle gözardı ettiğimizi kabullenmiş gibi görünüyoruz.
İkinci Dünya Savaşı sonunda kendi hırslarıyla soğuk savaş dönemini başlatan, Doğu ve Batı bloklarının arasındaki güç savaşını uzaktan belkide Nato'ya adım atmakla birlikte biraz daha yakından gözlemlemiş bir millet olarak silahsız bir mücadelenin de, halkın desteğini alarak tüm dünyada başlatılan propagandalarla son bulabileceğine şahitlik ettik. Komünizm'in ateşlediği iktidar savaşlarında ABD'nin takındığı tavırda silahlı saldırılara başvurmadan yapılan çalışmalarla bitirilen iki kutuplu bu dengesizliği örnek almayı düşünsek, askeri olarak başaramadığımız bölünmeyi durdurmak amacıyla düşüncelerle ışık tutamadığımız gerçekleri kabul etmeye biraz daha yaklaşırız.
Umursamaz olduk, tüm milletler gibi.
Bizi biz yapan bütünlüğü, birbirimizi kabul ettiğimiz hoşgörüyü geçmişe gömdük.
Bencilleştik, siyaseti bile bencilleştiredik. Okumayı bıraktık, yazmayı, araştırmayı. Öğrenmeye adanmış hayatları yok saydık, Batılılaşma dedik geri kafalı kaldık. İstemedik, bencil olmayı seçtik. Bugün hala iki adım ötede patlayan bombaları duyduğumuzda yaratıcı fikirler geliştirmeye, toplum olarak bütünleştiğimiz alanlarda tartışıp çözüm üretmeye çalışmıyorsak bu umursamazlık bizi biz olmaktan uzaklaştırmış demektir.
İnsanlığımızı kaybetmişiz, düşüncelerimizi hep başkasının fikirlerine göre şekillendirmişiz. Kendi fikirlerimize sahip olma isteğimizi bile bitirmişiz. Düşünmeye üşenen, okumayı sevmeyen, siyaseti bilmeyen, sorumluluktan kaçan gelişmek için adım atmayan kendini tanımayan bir toplumun arasında yenilikçi, idealist düşünceleri bile çoğunluğa benzetmişiz. Sosyoloji, kendi kuralları arasında Türk Toplumunun yeni bakış açısını, bu umursamazlığını hayretle kendi bilim dalı çerçevesinde İletişim Fakültesi öğrencisinin kaleminde bu şekilde yorumluyor.
Yarına uyanmak için bir nedeni olmayan, toplum olarak bir arada olmayı bile unutan bizler bugün yok olmanın eşiğindeyiz. 
Tanrının sunduğu, en başından geleceği belli olan kıyamet dünyayı ne zaman vuracak bilinmez. 
Biz omuz omuza savaşmayı bilen, aynı toprakları vatan edinen bir milletten bencil bir toplum yarattık. Kendi kıyametimizi yeryüzüne kendimiz taşıdık.