31 Temmuz 2015 Cuma

Rahat uyu Aysun Altay, susmayacağız!

Nerede güvende hissedelim kendimizi? Nereye sığınalım, kime anlatalım, attığımız çığlıkları sağır insanlara nasıl duyuralım? 
Benim bir kadını daha uğurlayacak gücüm kalmadı.
Nasıl anlatalım ? Onca kadını toprağa verdik, arkasından ağıtlarla siyahlar arasında 'Susmak yok!' dedik. Biz daha ne yapalım?
Erkekliklerine laf söylendiğinde göğüsünü kabarta kabarta kendini koruyan, söz konusu 'namus' olunca kendi canından insana kıyan sözde çok ahlaklı karşı cins, bu satırlar sizin için.
İki kez bileklerini keserek canına kıymış olan bir candan söz edelim hadi. Abisinin tecavüzüne uğramış, birde yetmezmiş gibi ailesi 'şikayetini geri alması' için baskı uygulamış.. En güzel yaşında hayallerinden, hayatından, sevdiğinden vazgeçmiş gencecik bir kadın.
Kalbinden vurmuş kendini, muhtemeldir ki abisinin isteklerine boyun eğmek zorunda kaldığı, gençliğinin elinden alındığı o ilk an zaten ölmüştü. İntiharın tek çıkış yolu olduğunu hissettirmek, bir canı intihara sürüklemek.. öldürmekten daha beter değil mi ?
Abi dediğin sarıp sarmalar, koruyup kollar. En korktuğun anda sana kucak açar. Canın yanarsa kahrolur, içi yanar. Abi sever, abi kollar.
İnsan abisinden bunu nasıl bekler? Beraber büyüdüğü, aynı yastığa baş koyduğu insanın sana dokunmak istediğini, seni farklı şekilde düşlediğini nasıl anlar ? Bir abi kardeşine doğru tecavüz etmek amacıyla nasıl adım atar? 
Aile limandır, sığınırsın. Tüm korkulardan uzakta güvende hissetmek için adım atarsın. Ailemizdende korkacaksak, sokağa çıkarken tedirgin olacaksak sırf kadın olduğumuz için ölüme mahkum tutulacaksak gururla kalkacak başlarımız.
Hava karardığında kitapları göğsümüze bastırmak zorunda kalıyoruz ya hani, yolda yürürken önce bakışlarınızı sonra 'laf atmak' diye yorumladığımız hitaplarınızı görmezden geliyoruz ya hani, sizin için 'erkeklik' çok önemli ya hani. Gururla söylüyorum 'Biz sizden daha erkeğiz' 

Her yeni gün kalktığı için gurur duyduğunuz cinsel organlarınızın biryerlerde bir başka kadının düşlerini sonlandırdığını bilerek uyanıyoruz. Sokağa adım attığımız an 'utanılacak bir şey' mişiz gibi bakan insanlara rağmen dik durmaya çalışıyoruz. Kendi paramızı kazanmaya, kendi ayaklarımızın üstünde durmaya çalıştığımızda patronlarımızın sarkıntılıklarına susmak zorunda kalıyoruz. Sığındığımız adamların bize olan bağlılığının sebebinin kısacık bir an yaşanılan zevk olduğunu öğrenip buna rağmen yeniden sevmeyi deniyoruz. Biz bizim gibi milyonlarca kadının hayatıyla ödediği bu davanın arkasından hala var gücümüzle koşuyoruz.
Her yeni isim, her yeni hikaye sesini duyuramayan bir kadının daha artık olmadığını hatırlatıyor bizlere. Buna rağmen vazgeçmiyoruz.
Şu sayılanların hepsiyle beraber 'erkeklik' adı altında sizler için en önemli şey 'namus korumak' ya, biz sizler gibi aç gözlü zavallılara rağmen onu her yeni gün başarıyoruz.
Öyleyse cinsel kapasitesine yağdırılan övgülerle var olduğunu sanan, 'adam' lıktan nasibini almamış aciz erkek topluluğuna son söz.
Erkekliği sizden öğrenseydik, sizin izinizden gitseydik, bizim yerimizde sizi hayal etseydik
'boyun eğmektense ölmeyi tercih edecek kadar cesur olamazdınız'

Solan umutlarının, yıkılan hayallerinin ve içimi yakan hikayenin bize güç verdiğini unutma. Öğreniyoruz Aysun, her yeni gün susmamayı, savaşmayı, kendi ayaklarımızın üzerinde durmayı öğreniyoruz. 
Kalbine saplanan o kurşunun, ezilen tüm bedenleri ayaklandırması dileğiyle.
Rahat uyu, susmayacağız.

25 Temmuz 2015 Cumartesi

Erkeklerde haklı, kızlar biz ne yapmışız böyle?


Prenseslikten bahsedip duruyoruz hep. Kadın olmak çok zor, ay bu erkekler bizi hiç anlamıyor, düz mantık bunlar falan filan. Olaya birde erkeklerin tarafından bakmak lazım sanırım. Tamam yani biz her zaman haklıyız bunu kimse inkar edemez ama onlara da yazık be. Bu yazıyı okuduğunuz zaman inanın kızlar erkeklere de hak vericeksiniz.


Çoğumuz diyoruz ki arkadaş olarak erkekler kızlardan daha iyi. Ama onları flörtleşicek erkek statüsüne aldığımız zaman dünyanın en salak insanına dönüşüyolarmış gibi hissediyoruz. Bu beklentilerimizin çok yüksek olmasından kaynaklanıyor olabilir mi acaba? 
Arkadaş gözüyle baktığımız zaman bizi anlayan, zaman geçirmekten hoşlandığımız bu varlıkları sevgili olma yolunda öyle bir harcıyoruz ki adamlar ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Yani düşünsenize Kıvanç Tatlıtuğ gibi bir erkek hayal eden kıza yetmeye çalışıyorsun. Onlara yaptığımız en büyük haksızlıkta bu sanırım.
Prenses değiliz ama işte hepimiz bir prens bekliyoruz. Hemde o biçim bir prens yani. Anlayışlı, kıskanç ama çokta fazla değil, bizi üzdüğü zaman evin önünde ağlayacak, ay dönümlerinde süprizlere boğacak ama fazlada süpriz beklemeyecek.. Ne kız arkadaşı? Yanındaki her kız potansiyel kaşardır ama bizim erkek arkadaşlarımız olabilir çünkü onlardan vazgeçmek çok zor geliyor dimi ? Sonra düşünceli olması lazım. Regl dönemlerinde ağzından çıkacak tek kelime ilişkinin sonu olabilir. Bir kere bu adamlar çalışıyor, bu çalışma temposunun arasında birde utanmadan ilgi bekliyoruz. Çok ilgi göstersin ama fazlada sıkmasın diyoruz. Lan bunun ortasını biz bulamamışız daha herif ne yapsın ? Yani şimdi kendimden biliyorum 'Bir çikolatayla bile mutlu olabiliyoruz bizi nasıl üzdünüz be' diye bağırıp isyan ediyoruz ama o çikolata geldikten sonra beklentiyi bir üst seviyeye taşıyoruz. Onlar hep uğraşmalı çünkü bir erkeğin ilgisini kazanmış bir kız kendiliğinden başında tacıyla gezmeye başlar. 
İstiyoruz ki her yerde bizi sevdiğini bağırsın ama çokta yılışık olmasın. Çok sevince 'Öf bu ne be bensiz ölcek galiba çok sıkıldım' çok sevmeyince de 'Allah belanı versin bensiz de yaşarsın demek nasıl yaparsın bunu bana' triplerine giriyoruz. Trip demişken en baş belası durumda bu. Acıyorum valla ne çok süründürüyoruz. Yan yanasın adam yanında elini tutuyor ama yok 'O kız sana neden baktı, garson kıza neden buzda ekler misiniz dedin bla bla bla' taramalı tüfek gibi bir dakikada iki kere trip atıcak bir şey buluyoruz. Sonra bide 'Seni istiyorum' olayı var. Adam sürekli öpse 'Ay bu bana farklı gözle bakıyor' diye kendimizi harap ediyoruz. Öpmese whatsapp dedikodu grubuna 'Kızlar bu beni sevmiyor, öpmüyor bile' diyerek alarm veriyoruz.
Kavgalarda ayrılık sinyali çakıyoruz ki diken üstünde olsun, yoksa ayrılmak aklımızın ucundan bile geçmiyor. Maksat 'Ben seni çok seviyorum bunu bize yapma lütfen' gibi cümleleri duyabilmek. Başka kadın meselesi var bide. İstiyoruz ki bizimle bir şey yaşamasın, toplum baskısının getirdiği bir durum var ortada. Bizle yaşamasın yaşamasın ama başkasıyla yaşarsa ölümlerden ölüm beğensin. Ee bu herif napsın afedersiniz, adam genç yaşında kuruyup gitsin mi ? Bizim için başkalarıyla kavga etsin bile istiyoruz bazen. Kavga edince de 'Bu yaptığın çok çocukçaydı' diyerek adamı şoka uğratıyoruz. Süprizler, uçsuz bucaksız ilgiler, bizim için dökülen gözyaşları, romantik akşam yemekleri hepsini tek erkekte istiyoruz. İstiyoruz ki bizi başka bir adamın ilgisine itmesin. Adam yemeğe çıkarsa 'Gül nerde? Hani gül yok ee gerizekalı gülü unutmuşsun' diye trip atıcak durumdayız. Böyle yapa yapa etraftaki sevme potansiyeli olan adamları piçin teki olmaya ittik.
Uyanmadık mı ? Uyandık. Uyandık kızlar ama biraz geç oldu be. Şimdi her gelenin ardından 'Bu da olmadı' diyerek kendimizi sorgulamaya başlıyoruz. Hep tripler, hep memnuniyetsizlikler. Bence birazda teşekkür etmek lazım.
Şu yukarıdaki satırlarda yazan her şeye rağmen bizi sevmeyi başaran, dışarıdaki diğer kadınlara gözlerini kapatıp kulaklarını tıkayan tüm 'adam' lara teşekkürler. Bunca dengesizliğimize rağmen ağladığımızda 'Buraya gel, ben senin tek gözyaşına dünyayı yakarım lan' diyip o güvenli omuzları bize açan, ihanetin kıyısından bile geçmemiş, geçmişimizi süslemiş, kısa bir süre için bile olsa güzel duygular hissettirmiş o koca kalpli güçlü adamlar, çıtayı Allahuekber dağlarının tepesine istedikleri kadar çıkarsınlar. Ağzınızdan çıkan 'Seviyorum be hatun' sözüne hiçbir şey değişilmez.
İyi ki vardınız, iyi ki de varmışsınız.

19 Temmuz 2015 Pazar

Tiyatronun Gözyaşları: William Shakespeare

Modern dramın kurucusu, ünlü İngiliz sahne şairi William Shakespeare.
Bu ismi duyduğunuzda muhtemelen gözünüzün önünde gelmiş geçmiş en büyük tiyatro yazarlarından biri canlanacaktır. Ancak ne yazık ki dünya nüfusunun yarısı gibi bu yazıyı okuyan okuyucularımın da İngilizlerin tanrıçalaştırdığı bu adamın hayat hikayesinden haberleri yok. Çoğu insana göre William 'Romeo ve Juliet', 'Othello', 'Macbeth' gibi şaheserlerin arkasında duran bir isimden ibaret.
İngiliz Edebiyatına tutkuyla bağlı olduğum, hatta onun en güzel oyunlarında biri olan Othello'nun eşsiz karakteri Desdemona'yı canlandıracağım şu sıralar beni Rönesans sanatçıları arasında yer almış, bir çağın değil bütün çağların adamı olan Shakespeare'i ve hakkındaki skandalları araştırmaya itti. Bu yazımda uzun ve yorucu bir araştırmanın sonuç raporudur.
Eserlerin gerçekten Shakespeare'e ait olup olmadığı yüzyıllardır tartışma konusu. Hayatı hakkında yazılı, sağlam kaynaklara dayanan pek bir bilgi olmayışı, hele eserlerini sağlığında tam olarak yayınlamamış bulunması, kesin yazılış tarihlerinin bilinemeyişi gibi birçok aksaklık, bu belirsiz durumu yaratmıştır. Bu konu üzerine araştırma yapmış birçok profesöre göre eserler Elizabeth devrinin ünlü fikir adamı Francis Bacon yada başka bir asilzadeye ait. Birçok araştırmacı yazdığı tezler ve kanıtlarıyla gerçeği gün yüzüne çıkartmaya çalışmış olsa bile halk tarafından 'ünlü tiyatro yazarının adını karalamaya çalışan' biri olmaktan öteye geçememiştir.
Bu konuda fikir yürütmüş insanların uzlaştıkları tek noktaysa 1550 sularında Stradford'da doğmuş, kasabanın ilkokulunu bile tamamlayamamış, oyunların geçtiği Güney Avrupa özellikle de İtalya'ya hiç gitmemiş bir insanın İngiliz Edebiyatında yeni bir dönem başlatacak eserleri yazmasının mümkün olmadığıdır.
Philip Henslowe'un Rose Tiyatrosu gerçeği ortaya çıkarmak için çabalamışsa da skandal yaratmak için uydurulmuş iftiralar etiketiyle damgalanıp döneminde çok fazla taşlanmaya maruz kalmıştır. Hatta Shakespeare hayranları Globe Tiyatrosu çıkışı karşı tarafa Romeo ve Juliet'in 'Şu gülün adı değişse bile, kokmaz mı aynı güzellikte?' dizeleriyle karşılık verip, açıkça dalga geçtiklerini gözler önüne sermişlerdir.
Dönemin önemli isimlerinden Robert Greene eserlerinde William için sahne sarsan anlamına gelen shake-scene lakabını kullanmıştır. Greene göre 35 oyuna sahip Shakespeare çocuklarını eğitme zahmetine bile katlanmayan adi adamın tekidir. Üstelik birde dalga geçer gibi Fırtına eserinin baş kahramanı Prospero'yu bütün engellere rağmen kızını okutan bir kişilikle süslemiştir. Dönemin usta şairi Mark Twain William hakkında şu sözleri sarf etmiştir;
''Birçok şair fakirlik içinde öldü ama tarihte onun kadar fakir ölen başka kimse yoktur''
Yaptığım araştırmalarda ve beni bu araştırmalara iten 'The Shakespeare Cronicles' kitabında da savunulduğu gibi eserlerin gerçek sahibi Christopher Marlowe'dur. Yüzyılların tabusunu yıkmak ve gerçeğin peşine düşmek isteyenlerin yoğun araştırma sonucu ulaştığı bu isim kurguladığı yalancı ölümünün ardından gönderildiği sürgünde eserlerini yazmaya devam etmiş ancak kendi ismiyle yayınlayamadığından William Shakespeare'nin eserlerini çalıp, adını markalaştırma çabasına göz yummuştur. Bizim aslında olmadığı bir şey sanılarak yükselen zeki adamımız William ilk eserinin Venüs ve Adonis olduğunu onlarca kez dile getirmiştir. Ancak üç oyununu da 1623 yılında (VI. Henry) bu şiirden önce sahneletmiştir. Hatta çıkan tartışmalar üzerine oyunların kendisine ait olduğunu sert bir dille belirtmiştir.
İşin garip yanıysa ilk eserin ithaf cümlelerinin arasında latince bir özdeyiş bulunması. Bu özdeyiş Ovid'in Aşk Sanatı'ndan.Gelin görün ki bu eser Marlowe tarafından hala Combridge'de öğrenci olduğu sıralarda Latinceden çevrilmiştir. Anlaşılan o ki sürgünde olan şairimiz Marlowe, edebiyatla uzaktan yakından alakası olmayan Shakespeare'le dalga geçmiş ve William bilmeden gerçek yazarın ismini vererek kendini açıkça komik duruma düşürmüştür.
Ve daha komik olansa The Tempest (Fırtına) adlı eserinde 'Kitaplarım bana yetecek büyük bir krallıktır' diyen bir yazarın geride hiç kitap bırakmamış olmasıdır.
Daha başka kanıt ve belgelerle ortaya konulan gerçek, artık bir markaya dönüşmüş turizm sektörünün temel taşı olan bu ismi yıkmaya yetmemiştir.
Sadece bir isimden ibaret olan yalancı şairimizse hayatında bir kez tek bir şiir yazmıştır. Bu sanat eserinin mezarının üzerine yazılmasını emretmiştir.
Söylentiye göre bu emri verdikten kısa bir süre sonra sarhoşluk yüzünden hastalanmış ve çok geçmeden yine bir 23 Nisan günü 52 yaşında ölmüştür. Ardından hiçbir ağıt yazılmayan şairimizin son isteği yerine getirilmiş ve
''Kadim dost İsa aşkına
 Dağıtma bu mezarın tozunu
 Bu mezar taşını koruyanı Tanrı korusun,
 Ve kemiklerimi yerinden oynatana lanet olsun'' dizeleri mezarıyla buluşmuştur.
Othello'yu ve Macbeth'i yazan adamın son sözleri bu muydu diye sormak elde değil doğrusu.
Araştırma sonunda şaşkınlığım ve hayal kırıklığımı atlatmak için kendimi şu sözlerle avuttum;
Shakespeare yada değil. Sonuçta o şaheserleri yazabilecek kadar özel bir adam yaşadı. Ve nesiller boyunca okunmaya doyulamayacak eserler bıraktı.
Kanıtların hiçbiri kesin olarak kabul görmemiş olsada bu şüpheler okuyanların kanına bir zehir gibi yerleşti. Ve son olarak;
Doğrusunu isterseniz panzehir falan yok.
Romeo'nun içebilmiş olduğu uyarlamanın aksine..

*Biyografik yetersizlikler göz önüne alındığında Şeytan ve Shakespeare'nin birbirine bu kadar çok benziyor oluşu ne kadar garip ve ilginç bir tesadüftür. Onlar harikadır, eşsizdir, bağımsızdır. Tarihte onlar gibisine rastlanmamıştır. Romantizimde hatta öğretilerde bile kimse onların eline su dökemez. Ne kadar önemli bir konumları vardır ve bu iki büyük bilinmeyen, iki ünlü varsayım ne kadar üstün, ne kadar sınırları aşan ve yerlere göklere sığmayan bir azamate sahiptir. Onlar bu gezegendeki gelmiş geçmiş en iyi bilinen bilinmeyenlerdir.*
                                           -Mark Twain

18 Temmuz 2015 Cumartesi

Bir kahve?

Aşktan söz edelim hadi, uzun zamandır bu konuyu konuşmadık. O en tatlı heyecanlarımızdan, vazgeçmemek adına verdiğimiz savaşlardan konuşalım.
'Ay ben bu adamı hayatım boyunca tavlayamayacak mıyım yahu!' döneminin gıcıklığından, 'Allah belanı versin ömrümü yedin be' cümlesinin uçurumun kıyısında bizleri beklettiği anlardan konuşalım.
Ne çok seviyoruz bir başkasını sevebilmeyi. Yaşımız kaç olursa olsun bu heyecanın içine girmek için fırsat kolluyoruz.
Ne var lan bu aşkta dedirtiyor insana dimi. Aslında çok güzel be.
Bir kalbin atışını dinlerken onun sana ait olduğunu düşünmeye başlıyorsun. Biliyorsun geçmişinde biri var silemeyeceğin, yada birileri. Var çünkü seninde olmuştu. Ama o an senin, o an sizin. Çocukluklar, şımarmalar, kavga sonrası dayanamayıp kahkaha atmalar hepsi, her an bunun bir parçası. Senin için yaşayan biri var sanıyorsun. Evet sanıyorsun çünkü aşıksın. Gözlerin pembe bulutlardan bir göz bandıyla kapalı. Bir kokuyu, bir teni, bir gülümsemeyi mutluluk  sanıyorsun. Biliyorsun aslında sonu var. Kavgalar var ortada, uymadığınız aşikar. Belki kabulleniyorsun bir zaman sonra 'Lan olmuyor bununla' diyorsun ama yan yana gelince bir şeyler değişiyor işte. Gözler buluşuyor, eller kilitleniyor toz pembe bulutlar hayatının üstünde halay çekmeye başlıyor. Bir söz, bir mesaj tüm günü değiştirebiliyor.
Ayrılık geliyor ardından belki. Kıskançlık gözyaşları, sosyal medya hesaplarını takip etme çabası.. Bir dedektif edasıyla stalklama çalışmaları. Başka birinin varlığıyla yüzleşiyorsun kimi zaman 'Bunun için miydi bu kadar çaba?' diyorsun. Evet bak şu karşındaki gerizekalı yüzündendi bunca çaba.
Çoğu zaman toz pembe bitmez, biri geride kalır. Vazgeçtiği kadın ya da vazgeçtiği adam oluverirsin. Onu unutmanın Eylülünden, ondan nefret etmenin Ekimine kadar yastığında hayal kırıklıkları biriktirirsin. Hak etmez çoğu insan sevilmeyi, arkasını döner sevdalara. Çünkü senden daha iyisi vardır yüzünü döndüğü tarafta. Ne bileyim daha güzeli, daha yakışıklısı, daha akıllısı. Fiziksel acılar unutulur da geride kalan boşluklar yakar insanı. Her günün şafağında anılar ilk günkü gibi acıtır. Nefrete tutunuruz bazen, yada gurura. Affetmekten korkarız. Nefretimiz geçmesin isteriz. Çünkü biliriz affedersek yine severiz. Kabullenişler kalır geride. Sana tutunamadığı için ondan, tutamadığın için kendinden yakınırsın. Kıramayacağımız zincirlerle saplanırız anılara. Öyle kıyısından köşesinden yakalamaya çalışırız hayatı. Bir yerden sonra vazgeçeriz ama. Herkes vazgeçer çünkü. Yeniden deneriz, bıkmadan usanmadan aynı acıları baştan çekeriz.
Aşk kusursuzdur. Yaşattığı hayal kırıklıkları bile mükemmeldir. Birbirimizden çok farklıyız, her zaman bir daha denemek için şansımız var. Deneyin, kendinden başkasını sevemeyen insanlar güçsüzdür çünkü. Acılarla, görmezden gelmeye çalıştığımız anılarla güçleniriz. Kaç yaşında olursanız olun deneyin.
Yeniden sevmekten korkmayın. Bırakın güveninizi paramparça edenler korksun 'Bir gün beni de hiçe sayan biri çıkar mı?' diye.
Aşkın her hali güzel ve inanın denemeye değer.
Elinizden bir kahveyi esirgemeyin sevdiğinizden.
Düşeceğinizi bile bile ayaklarınızı yerden kesin, bırakın 'sen benimsin' dediğiniz insan tutmasın elinizden. Bu dünyanın bir köşesinde, dışarılarda bir yerde seni bekleyen, sana göre, onun asla olamayacağı mükemmellikte biri var. Kendinize bunu öğrenmek için bir fırsat tanıyın.
Bırakın geceleriniz bir tebessümle gündüze dönsün.
Sevin. Tekrar tekrar deneyin.
Yorgunluklarda geçer çünkü. Alışır insan kırıntılarla yaşamaya.
Ve..
Ve'si yok işte.
Bir kahve ?

9 Temmuz 2015 Perşembe

Sonuç : Hep Aynı Tükenişler

'Bende burdayım!' demenin farklı yolları vardır. Yaşarken attığın sessiz çığlıkları insanlara iletmek için kimisi şiddet kullanır, kimisi yazar, kimisi çizer, kimisi şarkı sözlerine döker hislerini, kimisi dans eder. Şu zamana kadar 'Ben burdayım!' demek için hep yazdım. Yazılarla büyüdüm, satırlarla olgunlaştım.
Kimi kendini anlatmak, kimi de gizlemek için yazar. Hep kendimi anlatmak için yazdım. Aşklarımı, yorgunluklarımı, özlediklerimi hatta en büyük korkularımı.. Yazıları yazarken öyle dürüst oluyorum ki sonradan okuduğumda 'böyle mi düşünüyorum sahi?' diyorum kendi kendime. Hep anlatmak için yazdım ama üzgünüm bugün kendimi gizlemek için yazıyorum. Çünkü ilk kez yapmam gereken bir seçim var ve ben bunun getirdiği sorumluluktan korkuyorum. Hayalperest oluşum hep daha fazlasını istememe neden olduğundan o içimde kalan son umut kırıntılarınıda sonuç sayfasına baktığımda kaybettim. Çok güzel üniversitelere gidebilirim. İstanbul, Ankara, İzmir hepsinde dört senelik bir öğrencilik hayatım olabilir. Ama istemiyorum. Hep aynı hayali büyüttüm ben içimde, her gece rüyalarla buluştuğumda hep aynı hayat düzenini oturttum.
Tek bir okulda binlerce hayal yaşattım.Bulutların üstündeki bir avuç hayale ulaşayım derken şimdi gittikçe dibe battığımı hissediyorum. Yıldızlara ulaşmaktı oysa dileğim. Ege üniversitesi parmaklarımın ucunda, garip ama Gazi üniversitesinde bile istediğim bölümü okuma şansı yakalamışım. Selçuk üniversitesine elimi kolumu sallayarak girebilirim ama bir sene daha hazırlanmak için kendimi ikna etmeye çalışıyorum.
Saçmalık ama galiba nedenini biliyorum. Perde arkasında gösteriye dakikalar varken gözlerimi kapattığımda bile güvenli hissetmek için sığındığım hayallerimin anahtarıydı üniversite. Ve ben o hayallerde bencilce tek okula sarılmışım. Sığınabileceğim tüm hayallerimi kaybetmişim, yalnızlığa gömülmüşüm gibi hissettim. İmkansıza bile inanırsın orası senin hayal dünyan ya hani. Galiba gerçeklerle yüzleşmeye hazır değilmişim.Şimdi dört yıl boyunca hayallerimde buluştuğum hayatım tercihlerimin ilk sırasında şansa kaldı. Yeni hayaller içinse üzgünüm ama vaktim yok.
Garip tanıdık bir hayal kırıklığı. Bir anlık mantıklı gelen bir tercihin dört sene beni Torbalı'ya hapsetmiş olmasından sanırım.
O kağıdı teslim ettiğim andan itibaren her şey değişicek. Eski hayatıma dair ne varsa, vazgeçmek zorundayım. Çünkü geçmiş zaman hep hayal kırıklıklarımı hatırlatıyor.
Vedalardan hiç hoşlanmam. Hiç beceremedim doğru düzgün veda etmeyi. Bir kitaba, bir filme, bir anıya, bir aşka, bir dostluğa. Ne zaman veda etmem gerekse, ne zaman onu bitirmem gerekse hep kaçtım ben. Sanırsam bu kadar ağır ilerlememin tek sebebi vedalaşamadıklarımı yanımda taşımaya çalışmam. Yeni şeylere yer yok hayatımda. Eskilerden kurtulmadan 'yeni'ye yer yok. Bugün vedalaşmam gereken birçok 
şey olduğunu farkettim. Ve yeni bir hayata başlamak istiyosam hepsini geride bırakmam gerekicek.

Ve bırakıyorum. Geçmişe bağlı yaşamanın bedelleri var ve onları ödeyecek kadar güçlü değilim. Önümde güzel bir hayat var. Her ne olursa olsun şartlar neyi gerektirirse gerektirsin daima gülümseyeceğim. Bu karar, bu seçim bana ait. Galiba sorumluluğunu üstlenecek kadar büyümüşüm.
Elbette korkuyorum, hemde ne korkmak! Ama korktuğumu asla belli etmeyeceğim. Adım söylendiğinde, daima bir adım öne çıkacağım. Tökezlersemde yeniden ayağa kalkabileceğime inancım tam.
Uçsuz bucaksız hayaller,
Sonuç : Hep aynı tükenişler.
Vazgeçmenin Haziranından, güçlenmenin Temmuzuna geçtim.
Ve kendime söz veriyorum, bu blog birdaha hiçbir yazının başlığında 'tükenmek' kelimesini barındırmayacak.
Hoşgeldin yeni hayatım.