Bu bir veda yazısı. Pek çoğunuz için bir anlam ifade etmeyecek bu yazıyı gözyaşları içinde yazıyorum. Küçük bir kız çocuğu olarak çıktığım bu yola, 20 yaşında ne istediğini bilen bir kadın olarak devam ediyorum. Bu, 'Zira Burası Benim Gökyüzüm' başlığı altında size son seslenişim.
Ben bu blogu açarken sadece kendimi ifade etmek istemiştim. Çok güzel yazıyorsun dedikleri her saniye içime dolan o sevinci bir şeyler başarabilmek adına buraya akıttım. On kişi okusa sevinçten delirdiğim o anılardan bu zamana çok şey anlattım bu satırlarda. Bu platform bana kendimi özgürce ifade edebilme fırsatı sundu, ilk aşkımı yazdım, ilk kalp kırıklığımı.. Kırıldım yazdım sevindim haykırdım. İlk köşe yazımın sevincini de burada paylaştım, İzmir'i terkederken hissettiklerimide... Kendime, kalemime güvenmek istediğim onca zaman buraya sığındım. Ne mutlu bana ki okudunuz, ben yazılarda konuştum siz dinlediniz.
Gerçekten benim gökyüzümdü burası, ben bulutların üstündeydim, sanki kanatlarım vardı yükseldim. Her yazıda bir parça daha akıttım duygularımı, bazı yazılarda çok ağladım. Bazen okundukça saçmaladım, haddimi aşıp siyaseti bile yorumladım. Ama hep daha büyük bir heyecanla yazdım. Teşekkür etmem gereken çok insan var. En büyük teşekkürüm anneme. Hep arkamda olduğunu hissettirdiği için. Ufacık ellerime tutuşturup o kalemi, benimle bir, sabah akşam denemeseydi, bu satırlar bugün kolayca elimden dökülmezdi. Beni okuyup, gerektiği yerde eleştirdiğin, hayallerimi aynı heyecanla dinleyip, bana eşlik ettiğin için. Teşekkür ederim, başıma gelmiş en güzel şeysin.
Ve babama, hiç belli etmesede adına yazılmış üç beş satıra gözleri dolan, tüm zorluklara rağmen bugün bu koca şehirde bana bir hayat veren dünyanın en cesur adamına.
Her yazının ardından çalan telefonlarımda bana cesaret veren, daha iyisini yapabileceğimi düşünüp bana benden çok güvenen bir sürü insana.
Yazılarımı okuyup paylaşan, gerektiğinde eleştirilerini sakınmayan yeri dolmaz dostlarıma.
En kırılgan, en yorgun anımda 'Seninle gurur duyuyorum, başaracaksın' diyen o özel insana..
Hep içimden geldiği gibi yazdım, belkide bu yüzden satırlarım bu kadar insana ulaştı. Bilmiyorum, sekiz senede hiç tanımadığınız bir insanı okudunuz, derdime ortak olup arkamda durdunuz.
İlham perisinin kanatları bu gökyüzünün altında havalandı benim için. Daima burda yaşadıklarımı, burada paylaştıklarımı anımsayıp, hissettiğim sıcaklığa sığınacağım. Burası çocukluğum, hatalarım, heyecanlarım benim için.
Ama artık yeni bir sayfa açma vakti.
İlk yazısını yazınca panelin başında okunmayı bekleyen o kız çocuğuna biri gelip sekiz sene sonra, kendi sitende yazmaya başlayacak ve hayalini kurduğun, özlemini duyduğun o özgürlüğe kavuşacaksın dese inanmazdı herhalde.
Sessiz sedasız gitmek istemedim. Sekiz koca yıl, bu vedayı hakediyor diye düşünüyorum.Size değil bu veda, bu gökyüzüne, burda paylaştığımız onlarca güzel duyguya.
Zira Burası Benim Gökyüzüm için bu bir son, artık 'ecenur ak' markası adı altında gerçekten bana ait, özgürlük dolu kendi sitemde yeniden aynı heyecanla yazmaya başlayacağım.
Bir hayal uğruna geldiğim bu şehirde hayat o kadar güzel kapılar açtı ki bana, kendimi önce kendime kanıtlamak için çok fırsatım oldu. Bana eşlik ettiğiniz bu yolculuk şimdi hayallerimin ötesine taşınıyor. Orada da bana eşlik edeceğinize şüphem yok. Artık daha güçlü, daha olgun ve en önemlisi daha heyecanlı hissediyorum. Gururla söylüyorum, başardığımı tüm hücrelerimde hissediyorum.
Teşekkür ederim, her şey için.
Bu gökyüzü her zaman benim bakıp nefes alabileceğim, sığındığım evim olarak kalacak.
Ve inanıyorum, bundan sonra her şey daha güzel olacak.
Yeni bir platformda, yeni adımlarda, yeni umutlarla çok yakında görüşmek üzere.
Hoşcakalın...
Zira burası benim gökyüzüm
Masallardan fırlamış prenses hayatı yaşamadım, yine bir masaldan yola çıkacak olursak hiç külkediside olmadım
19 Haziran 2017 Pazartesi
24 Mart 2017 Cuma
'Evet' ve 'Hayır'
Malum bir referandum sürecindeyiz. Meydanlar, televizyonlar, internet, gazeteler her biri 'Evet' ve 'Hayır' savaşının birer oyuncağı.
Şöyle bir düşünün, hangi medya yayınına güveniyorsunuz?
Bugün bir haber izlerken, siyasi bir eleştiri dinlerken, bir gazete haberi okurken tarafsızlık ilkesinin çiğnenmediğini düşünüyor musunuz?
Baktığınız her yer siyasi partilerin reklamlarıyla dolu.Gökyüzünü kapatan bayraklar, son ses açılmış seçim müzikleri, doğru kararın kendi düşünceleri olduğuna sizi ikna etmeye çalışan parti görevlileri. Ne kadarı etkiliyor düşüncelerinizi? Şahsen ben bugün bir partinin seçim müziği çok güzel diye vereceğim kararı değiştirmem yada kafamda belli bir düşünce varken bir parti görevlisinin beni durdurup ikna etmesine müsaade etmem.
Ne yazık ki toplumun büyük bir kısmı bugün ne için 'Evet' ve ne için 'Hayır' dediğinin farkında bile değil. Oylamasını yapacağımız sistemin getirdikleri ve götürdüklerini tam olarak bilmeden, anlamadan sandık başında oy kullanmanın bu ülkeye yarardan çok zararı var. Bugün bu yazıda yargılanan şey 'Evet' veya 'Hayır' diyenler değil. Bugün üzerine düşünmemiz gereken, neye evet dediğini veya neden hayır dediğini bilmeyen insanlar topluluğu. Bu bir parti yarışı değil, bu görüşlerini benimsediğiniz partinin kampanyasını yürüttüğü görüşe göre şekil alma durumu da değil. Bugün vatandaş olarak yapmamız gereken, yeni sistemin getirdiklerini bilmek, anlamak ve ardından karar vermeye çalışmak. Tayyip Erdoğan'a olan sevginiz yüzünden 'Evet' oyu kullanamayacağınız gibi Atatürk sevginiz nedeniyle de 'Hayır' oyu kullanamazsınız. Hayranlık, sevgi ve takdir etme sandığa gitmek için gerekli olan düşüncelerden değil. Bir parti yanlısı olmak, o partinin yönlendiği oyu vermekte değil. Maalesef ülke olarak siyasi partilere körü körüne bağlı olmaktan, bazen karşı tarafı dinlemediğimiz ve anlamadığımız için yeterli bir muhalefet oluşturamıyor ve birbirimizin görüşlerini saygı çerçevesinde çürütemiyoruz.
kullanmak elbette ki bir vatandaşlık görevi, düşünce özgürlüğü de bu ülkede var olmasını ezelden beri beklediğimiz yargılardan bir tanesi.
Kendi partinizin yandaşı olan gazeteyi okuyarak, haberini izleyerek doğru olan kararı verebileceğinizi düşünüyorsanız, hala çok büyük yanılgı içerisindesiniz. Bu sadece varolan düşüncenizi pekiştirir, anlayamadığınız karşıt düşünceye sizi daha fazla bilendirir. Herkes sistemi açıklayan maddeleri kendi tarafınca, kendi çıkarlarınca yorumlamaktan öteye gidemiyor. Siyasal reklamcılığın ucuzlaştığı gibi süreç içerisinde partilerin kendilerini açıklama şekilleride ucuzlaşıyor ve tüm bunların sonucunda ortaya yeni sistemin ne getirdiğini bile bilmeden oy vermeye çalışan bireyler çıkıyor.
Ne karar verdiğiniz inanın önemli değil, bu yazı kendi görüşümü savunmak için de değil.
Düşünmeniz anlamanız ve iki tarafı da dinlemeniz için.
Neden 'Hayır' ve neden 'Evet' olduğunu sistemin ışığında değerlendirip maddelere dayanarak açıklayabildiğiniz sürece bu ülkede istediğinizi düşünmekte, sandık başında istediğiniz oyu vermekte özgürsünüz.
Düşünmek için hala vakit var, başkanlık sisteminin ne gibi yenilikler getirdiğini bilmeyenler için:
Umarım,
Hayır'lı günler olacak.
Şöyle bir düşünün, hangi medya yayınına güveniyorsunuz?
Bugün bir haber izlerken, siyasi bir eleştiri dinlerken, bir gazete haberi okurken tarafsızlık ilkesinin çiğnenmediğini düşünüyor musunuz?
Baktığınız her yer siyasi partilerin reklamlarıyla dolu.Gökyüzünü kapatan bayraklar, son ses açılmış seçim müzikleri, doğru kararın kendi düşünceleri olduğuna sizi ikna etmeye çalışan parti görevlileri. Ne kadarı etkiliyor düşüncelerinizi? Şahsen ben bugün bir partinin seçim müziği çok güzel diye vereceğim kararı değiştirmem yada kafamda belli bir düşünce varken bir parti görevlisinin beni durdurup ikna etmesine müsaade etmem.
Ne yazık ki toplumun büyük bir kısmı bugün ne için 'Evet' ve ne için 'Hayır' dediğinin farkında bile değil. Oylamasını yapacağımız sistemin getirdikleri ve götürdüklerini tam olarak bilmeden, anlamadan sandık başında oy kullanmanın bu ülkeye yarardan çok zararı var. Bugün bu yazıda yargılanan şey 'Evet' veya 'Hayır' diyenler değil. Bugün üzerine düşünmemiz gereken, neye evet dediğini veya neden hayır dediğini bilmeyen insanlar topluluğu. Bu bir parti yarışı değil, bu görüşlerini benimsediğiniz partinin kampanyasını yürüttüğü görüşe göre şekil alma durumu da değil. Bugün vatandaş olarak yapmamız gereken, yeni sistemin getirdiklerini bilmek, anlamak ve ardından karar vermeye çalışmak. Tayyip Erdoğan'a olan sevginiz yüzünden 'Evet' oyu kullanamayacağınız gibi Atatürk sevginiz nedeniyle de 'Hayır' oyu kullanamazsınız. Hayranlık, sevgi ve takdir etme sandığa gitmek için gerekli olan düşüncelerden değil. Bir parti yanlısı olmak, o partinin yönlendiği oyu vermekte değil. Maalesef ülke olarak siyasi partilere körü körüne bağlı olmaktan, bazen karşı tarafı dinlemediğimiz ve anlamadığımız için yeterli bir muhalefet oluşturamıyor ve birbirimizin görüşlerini saygı çerçevesinde çürütemiyoruz.
kullanmak elbette ki bir vatandaşlık görevi, düşünce özgürlüğü de bu ülkede var olmasını ezelden beri beklediğimiz yargılardan bir tanesi.
Kendi partinizin yandaşı olan gazeteyi okuyarak, haberini izleyerek doğru olan kararı verebileceğinizi düşünüyorsanız, hala çok büyük yanılgı içerisindesiniz. Bu sadece varolan düşüncenizi pekiştirir, anlayamadığınız karşıt düşünceye sizi daha fazla bilendirir. Herkes sistemi açıklayan maddeleri kendi tarafınca, kendi çıkarlarınca yorumlamaktan öteye gidemiyor. Siyasal reklamcılığın ucuzlaştığı gibi süreç içerisinde partilerin kendilerini açıklama şekilleride ucuzlaşıyor ve tüm bunların sonucunda ortaya yeni sistemin ne getirdiğini bile bilmeden oy vermeye çalışan bireyler çıkıyor.
Ne karar verdiğiniz inanın önemli değil, bu yazı kendi görüşümü savunmak için de değil.
Düşünmeniz anlamanız ve iki tarafı da dinlemeniz için.
Neden 'Hayır' ve neden 'Evet' olduğunu sistemin ışığında değerlendirip maddelere dayanarak açıklayabildiğiniz sürece bu ülkede istediğinizi düşünmekte, sandık başında istediğiniz oyu vermekte özgürsünüz.
Düşünmek için hala vakit var, başkanlık sisteminin ne gibi yenilikler getirdiğini bilmeyenler için:
TBMM Genel Kurulunda kanunlaşan anayasa değişikliği, Cumhurbaşkanlığı sistemi çatısı altında getirilmesi öngörülen yeni düzenlemeler şöyle:
- Milletvekili sayısı 550'den 600'e çıkarılacak
- Milletvekili seçilebilme yaşı 25'ten 18'e indirilecek
- TBMM ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri, 5 yılda bir aynı gün yapılacak
- Meclis, denetim ve bilgi edinme yetkisini, "Meclis araştırması", "Genel görüşme", "Meclis soruşturması" ve "Yazılı soru" yoluyla kullanacak
- Cumhurbaşkanının partisiyle ilişiği kesilmeyecek
- Cumhurbaşkanının görev süresi 5 yıl olacak. Bir kişi en fazla 2 kez cumhurbaşkanı seçilebilecek.
- Cumhurbaşkanlığına, seçimlerde geçerli oyların en az yüzde 5'ini alan partiler ile en az 100 bin seçmen aday gösterebilecek.
- Seçimde, geçerli oyların salt çoğunluğunu alan aday cumhurbaşkanı seçilecek.
- Cumhurbaşkanı "Devlet başkanı" olacak, yürütme yetkisini üstlenecek, Başkomutanlığı temsil edecek
- Cumhurbaşkanı, cumhurbaşkanı yardımcıları ile bakanları atayacak ve görevlerine son verecek.
- Cumhurbaşkanı, anayasa değişikliklerine ilişkin kanunları gerekli gördüğü takdirde halkoyuna sunacak.
- Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilecek.
- Kanunda açıkça düzenlenen konularda cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamayacak.
- TBMM'nin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz olacak.
- TBMM cumhurbaşkanı, cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar hakkında soruşturma açılmasını isteyebilecek.
- Hakkında soruşturma açılmasına karar verilen cumhurbaşkanı seçim kararı alamayacak.
- Cumhurbaşkanı, bir veya daha fazla cumhurbaşkanı yardımcısı atayabilecek.
- Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar, milletvekili seçilme yeterliliğine sahip olanlar arasından cumhurbaşkanı tarafından atanacak ve görevden alınacak.
- Milletvekilleri, cumhurbaşkanı yardımcısı ve bakan olarak atanırlarsa üyelikleri sona erecek.
- TBMM, üye tamsayısının beşte üç çoğunluğu ile seçimlerin yenilenmesine karar verebilecek.
- Cumhurbaşkanı, kanunda düzenlenen ilgili şartların gerçekleşmesi halinde OHAL ilan edebilecek.
- Disiplin mahkemeleri dışında askeri mahkemeler kurulamayacak.
- Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun adı, Hakimler ve Savcılar Kurulu şeklinde değişecek.
- Bütçeyi Cumhurbaşkanı Meclise sunacak.
- Bakanlar Kurulu olmayacak. Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı tarafından anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılacak ve yerine getirilecek.
- TBMM'nin bir sonraki seçimi ve Cumhurbaşkanı seçimi, 3 Kasım 2019 tarihinde birlikte yapılacak.
- Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ve askeri mahkemeler kalkacak.
Umarım doğru kararlarla bizden sonra bu ülkenin sınırlarında yaşayacak olan insanlara düşüncelerini özgürce söyleyebilecekleri, istediği görüşü savunup kimse tarafından hor görülmeyecekleri ve laikliğin gölgesi altında dinlenebilecekleri bir siyaset bırakabiliriz.Umarım,
Hayır'lı günler olacak.
14 Şubat 2017 Salı
Dikkat! Bu Bir 'Pati' Hikayesidir
2016 yılının sonunda hayatıma iki tane kedicik girdi, bilmeyen kalmamıştır diye düşünüyorum. Malum bütün gün elimde telefon peşlerinde koşup her anlarının fotoğrafını sosyal medyada paylaşıyorum. Ben ne kadar görüyorsam, takipçilerimde o kadar hakim pisiciklerle olan yaşantıma.
Hayvanlardan korkan, yolda görse dokunamayan biri olarak nasıl birdenbire pati sevdasına tutulduğumun sevimli hikayesidir bu yazı.
Uzun zamandır aklımda olupta cesaret edemediğim bir durumdu aslında hayvan sahiplenmek. Onlarla iletişim kurabilmek, sevebilmek, anlayabilmek nedense hep bir çekingenlik yaratmıştır bende. Ama şu öğrenci evi denilen olay yok mu, biz iki arkadaş ev işlerinden, finallerden, ödevlerden, para kazanma derdinden o kadar bıkmıştık ki evin içinde nefesimizin sesini bile duymaz olduk.
İnstagramda gezerken keşfette bir sayfaya denk geldim, kedi ve köpeklerin sahiplendirildiği. Küçük küçük patiler, yuva arayan masum bakışlar arasında tamam dedim, bu evde bir pisicik istiyorum!
Koştum ev arkadaşımın odasına dedim böyle böyle, hani hemen o an istiyorum ama bendeki öyle bir heyecan, 'tamam' dedi, bana uyar. Allah ama nasıl heyecanlıyım, sanki kedi beni sahiplenecek.
Bir dolu telefon görüşmesi yaptım, o zaman hayvansever şahsiyetlerin sordukları sorulara uyuz olup, 'alt tarafı bir hayvan sahipleneceğiz, evi üstümüze yap dedik sanki' gibi cümlelerle deliriyorum evin içinde. Onları Mia ve Şerafettinle geçen iki ay sonunda anladım, hem de ne anlamak. O kadar telefon görüşmesinin üzerine, öğrencilere güvenemeyen hayvanseverlerin 'ee biz bir bakalım o zaman' cümleleriyle bütün hevesim kırılsada hala sokaktan bir kediyi alıp evin içine sokacak kadar hırslıydım. Ama yavru olmalıydı işte, benimle büyümeli, bana alışmalıydı. Vazgeçmedim, sonunda o beklediğim, istediğim pisiciğe kavuşma hayaliyle araştırmaya devam ettim.
Günlerden pazar, öğleden sonra bir telefon görüşmesi yaptık. 'Veterinerde sahiplenilmeyi bekleyen bir kucak dolusu kedi var dediler, bugün gelip bakabilirsiniz'
Koşarak çıktık yola, İstanbul trafiğinde Ümraniye'den Levent'e pisicik görmeye.
Bizimle iletişim kuran, 'sizin gibi hevesli gençlere çok ihtiyacımız var' diyerek kedilerimizin tüm ihtiyaçlarını karşılayan hanımefendiye teşekkürü bu noktada borç biliriz. Biz gittiğimizde tırmalama tahtasından, taşıma çantasına kadar her şey hazırdı.
Benim için en özel an, ilk karşılaşmamız. Hayatınızda bir hayvan yoksa bu yazacaklarıma pek inanmayacaksınız ama biz o an tam olarak bunları yaşadık.
Bir kafesin ardında bir düzine küçük kedi yavrusu düşünün. Hani sanki çocuk esirgeme kurumuna gidip evlatlık alacağınız çocuğu seçiyormuşsunuz gibi. Miyavlamaların arasında göz göze geldim Mia'yla.
O an ne kadar sürdü bilmiyorum, diğer kedileri görmedim bile. Tamam dedim, bu. Öyle bir his ki o an bir bağ oluşuyor sanki aranızda sadece sizin hissedebildiğiniz. Oysa ki bir dolu sarman daha vardı orda ama ben ilk anda vuruldum bizim yaramaza. Aldım kucağıma, küçücük.. Annesi sütü kesmiş, zayıf , korkmuş gözlerle bana bakıyor. Ev arkadaşım bir tekir seçti, yaramazlıkları sonucu adı Şerafettin kalan. Aşılarımız yapıldı, kontrollerimiz tamamlandı, hiçbir konuda bizden desteğini esirgemeyen hanımefenin hediyeleriyle birlikte eve geldik.
Bu yazıyı burda sonlandırmak istiyorum, çünkü eve alışma sürecimizi ayrı bir yazıda detaylı olarak paylaşmayı düşünüyorum.
Hayvanlara karşı durduğum mesafeyi aştığımdan, Mia'ya beslediğim sevgi arttığından beri doğadaki tüm canlılara korkmadan yaklaşabiliyorum.
Sokaktaki tüm hayvanlar gülümsetiyor artık beni ve bu iki kedinin bende yarattığı en güzel etki.
Yazının son satırlarında sizden bir ricam var; Hayvanlara dokunun!
Mümkünse yuvanızın bir köşesinde onlara yer açın, gözlerinize sevgiyle baktığında geri kalan her şeyi silip hayata başka bir pencereden bakacaksınız.
Ve asla ama asla satın almayın, sahiplenin!
Paranızı onları satın almaya harcamak yerine barınaklara bağış yaparak doyurmaya harcarsanız, onlara 'mal' muamelesi yapıp dostluklarını satın almaktansa gerçek bir bağ kurarak sevgilerini paylaşırsınız..
Hayvanlardan korkan, yolda görse dokunamayan biri olarak nasıl birdenbire pati sevdasına tutulduğumun sevimli hikayesidir bu yazı.
Uzun zamandır aklımda olupta cesaret edemediğim bir durumdu aslında hayvan sahiplenmek. Onlarla iletişim kurabilmek, sevebilmek, anlayabilmek nedense hep bir çekingenlik yaratmıştır bende. Ama şu öğrenci evi denilen olay yok mu, biz iki arkadaş ev işlerinden, finallerden, ödevlerden, para kazanma derdinden o kadar bıkmıştık ki evin içinde nefesimizin sesini bile duymaz olduk.
İnstagramda gezerken keşfette bir sayfaya denk geldim, kedi ve köpeklerin sahiplendirildiği. Küçük küçük patiler, yuva arayan masum bakışlar arasında tamam dedim, bu evde bir pisicik istiyorum!
Koştum ev arkadaşımın odasına dedim böyle böyle, hani hemen o an istiyorum ama bendeki öyle bir heyecan, 'tamam' dedi, bana uyar. Allah ama nasıl heyecanlıyım, sanki kedi beni sahiplenecek.
Bir dolu telefon görüşmesi yaptım, o zaman hayvansever şahsiyetlerin sordukları sorulara uyuz olup, 'alt tarafı bir hayvan sahipleneceğiz, evi üstümüze yap dedik sanki' gibi cümlelerle deliriyorum evin içinde. Onları Mia ve Şerafettinle geçen iki ay sonunda anladım, hem de ne anlamak. O kadar telefon görüşmesinin üzerine, öğrencilere güvenemeyen hayvanseverlerin 'ee biz bir bakalım o zaman' cümleleriyle bütün hevesim kırılsada hala sokaktan bir kediyi alıp evin içine sokacak kadar hırslıydım. Ama yavru olmalıydı işte, benimle büyümeli, bana alışmalıydı. Vazgeçmedim, sonunda o beklediğim, istediğim pisiciğe kavuşma hayaliyle araştırmaya devam ettim.
Günlerden pazar, öğleden sonra bir telefon görüşmesi yaptık. 'Veterinerde sahiplenilmeyi bekleyen bir kucak dolusu kedi var dediler, bugün gelip bakabilirsiniz'
Koşarak çıktık yola, İstanbul trafiğinde Ümraniye'den Levent'e pisicik görmeye.
Bizimle iletişim kuran, 'sizin gibi hevesli gençlere çok ihtiyacımız var' diyerek kedilerimizin tüm ihtiyaçlarını karşılayan hanımefendiye teşekkürü bu noktada borç biliriz. Biz gittiğimizde tırmalama tahtasından, taşıma çantasına kadar her şey hazırdı.
Benim için en özel an, ilk karşılaşmamız. Hayatınızda bir hayvan yoksa bu yazacaklarıma pek inanmayacaksınız ama biz o an tam olarak bunları yaşadık.
Bir kafesin ardında bir düzine küçük kedi yavrusu düşünün. Hani sanki çocuk esirgeme kurumuna gidip evlatlık alacağınız çocuğu seçiyormuşsunuz gibi. Miyavlamaların arasında göz göze geldim Mia'yla.
O an ne kadar sürdü bilmiyorum, diğer kedileri görmedim bile. Tamam dedim, bu. Öyle bir his ki o an bir bağ oluşuyor sanki aranızda sadece sizin hissedebildiğiniz. Oysa ki bir dolu sarman daha vardı orda ama ben ilk anda vuruldum bizim yaramaza. Aldım kucağıma, küçücük.. Annesi sütü kesmiş, zayıf , korkmuş gözlerle bana bakıyor. Ev arkadaşım bir tekir seçti, yaramazlıkları sonucu adı Şerafettin kalan. Aşılarımız yapıldı, kontrollerimiz tamamlandı, hiçbir konuda bizden desteğini esirgemeyen hanımefenin hediyeleriyle birlikte eve geldik.
Bu yazıyı burda sonlandırmak istiyorum, çünkü eve alışma sürecimizi ayrı bir yazıda detaylı olarak paylaşmayı düşünüyorum.
Hayvanlara karşı durduğum mesafeyi aştığımdan, Mia'ya beslediğim sevgi arttığından beri doğadaki tüm canlılara korkmadan yaklaşabiliyorum.
Sokaktaki tüm hayvanlar gülümsetiyor artık beni ve bu iki kedinin bende yarattığı en güzel etki.
Yazının son satırlarında sizden bir ricam var; Hayvanlara dokunun!
Mümkünse yuvanızın bir köşesinde onlara yer açın, gözlerinize sevgiyle baktığında geri kalan her şeyi silip hayata başka bir pencereden bakacaksınız.
Ve asla ama asla satın almayın, sahiplenin!
Paranızı onları satın almaya harcamak yerine barınaklara bağış yaparak doyurmaya harcarsanız, onlara 'mal' muamelesi yapıp dostluklarını satın almaktansa gerçek bir bağ kurarak sevgilerini paylaşırsınız..
28 Kasım 2016 Pazartesi
Okuyucularımın Kaleminden 2
Çok içten gelen yazılarım var benim. Bazen öylesine yazıp geçtiğim, bazen topluma yanlışlarını göstermek için bir başlık altında, onca insan arasında bu ülkenin vatandaşı olarak seslendiğim.
Berkin Elvan içinde bu blogtan bağırdım, Özgecan içinde. Aşık olduğumda en heyecanlı halimle kelimelere sarıldım, kırıldığım zamanda yine burada ağladım.
Ben hep yazarak anlattım derdimi.
'Okuyucularımın kaleminden' demiştim daha önce. Attığınız mailleri, yazdığınız cümleleri, bana ulaşmak adına verdiğiniz bütün savaşı bir yazı altında toplayıp sizi, sizden gelenleri yine burda biriktirmiştim.
Bu yazı bugün yine sizden gelenler için, bana kattığınız bütün değerler için.
Sıkı sıkı bu bloga sarılmamı sağlayan, bir kaç cümlenizi yine size armağan etmek için.
İnsana yazmayı sevdiren ne varsa, bu bir kaç eleştiri içerisinde gizli ve yine her detayı bana sevdiren, bu başlık altında yüreğinizi seslendiren sizin düşünceleriniz için:
2 Eylül 12.42
Geleceğin en iyi yazarlarından birine yazmamak ayıp olur. Şimdiden arayı iyi tutalım ki yarın öbür gün imza almak istediğimde beni çok bekletme. Zira orası senin gökyüzün fakat farkında olmadığın bir şey var o da biz o gökyüzünün bir parçası olmaya çoktan başladık. Yazmaya devam et, lütfen.
1 Temmuz 12.24
Günaydın küçük hanım. Seni tanımıyorum seninde beni tanımadığın gibi. Bu sabah her zaman olduğu gibi standart bir şekilde ofisime geldim. Böyle afyonum patlamamış bir şekilde. Kahvaltımı hazırladım birşeyler atıştırırken senin bildirimini gördüm. Arkadaşlık isteğimi kabul etmşsin. Ee tabi ki hemen profiline girdim. Nasıl oldu hatırlamıyorum blogunda buldum bir anda kendimi. Ön yargılı bir şekilde yaklaştım öncelikle bunu belirteyim.Allah Allah dedim blog ne işe yarıyor acaba (cahillik başa bela tabi) her neyse. Sora göz ucuyla yazılarının başlıklarını işte kalın yazdığın yerleri falan okudum önce.. Takii bir başlık dikkatimi çekene dek. Sonrası malum. Kalakaldım. 19 yaşında bir genç kız nasıl olabilirde böylesine etkileyebilir beni diye. Döndüm en başa oku, oku, oku.. Sinirimi bozdun.. İnan bana seni okurken üç saat boyunca bir paket sigara içmişim. Kitap mı okudum yoksa çocukluğumun, gençliğimin filmini mi izledim anlamadım.. Her neyse lafı çok uzatmaya gerek yok. Bu yazıyı da normalde yazmazdım ama, hak ediyorsun. Yiğidi öldür hakkını yeme demişler. Üslup, cümleler, anlatım tarzın vs.. Beni öyle bir boşluğa düşürdü ki bir kaç yazın. İçimde ki o yumruğu bende sana yazarak atmak hakkım diye düşündüm. Sana bir tavsiyem var ne kadar ciddiye alırsın bilmiyorum. Birincisi sakın bu işi bırakma. Yoksa bir gün benim gibi pişman olursun. Kendi duygularını ve yaşadıklarını bir başkasının cümlelerinde bulunca.. İkincisi sakın yaşamaktan, acı çekmekten korkma, vazgeçme. Daha önünde uzun bir hayat, çekecek acılar, düşeceğin günler olacak küçük hanım. Ama bir gün senin çıkardığın kitabın imza gününe geleceğim sana kitap imzalatmaya. Savaşırsan kazanırsın. Üçüncüsü sonuncu ve en önemlisi. Babanın kıymetini bil. Ona her gün bıkmadan usanmadan onu sevdiğini söyle, sarıl, öp, kokla ve sakın kızma, kırılma ne yaparsa yapsın. Babana helal olsun. Görmeme, tanımama gerek yok. Çünkü sen onun aynası olmuşsun. Şuan ki okuduğun bu mesajı babanın kızı oluşuna borçlusun.. Başarılarının devamını dilerim. Kibirden, egodan uzakta, sevgi içinde bir hayat yaşaman dileğiyle..
14 Mayıs 17.32
Düşüncelerinin cesur tercümanı. Sen tuttuğunu koparacak kadar güçlü bir kişiliksin.İstediğini başaracak kadar yüreklisin. Doğru zamanlarda büyük başarılara imza atacağına inanıyorum.Her şey gönlünce olsun.
Berkin Elvan içinde bu blogtan bağırdım, Özgecan içinde. Aşık olduğumda en heyecanlı halimle kelimelere sarıldım, kırıldığım zamanda yine burada ağladım.
Ben hep yazarak anlattım derdimi.
'Okuyucularımın kaleminden' demiştim daha önce. Attığınız mailleri, yazdığınız cümleleri, bana ulaşmak adına verdiğiniz bütün savaşı bir yazı altında toplayıp sizi, sizden gelenleri yine burda biriktirmiştim.
Bu yazı bugün yine sizden gelenler için, bana kattığınız bütün değerler için.
Sıkı sıkı bu bloga sarılmamı sağlayan, bir kaç cümlenizi yine size armağan etmek için.
İnsana yazmayı sevdiren ne varsa, bu bir kaç eleştiri içerisinde gizli ve yine her detayı bana sevdiren, bu başlık altında yüreğinizi seslendiren sizin düşünceleriniz için:
2 Eylül 12.42
Geleceğin en iyi yazarlarından birine yazmamak ayıp olur. Şimdiden arayı iyi tutalım ki yarın öbür gün imza almak istediğimde beni çok bekletme. Zira orası senin gökyüzün fakat farkında olmadığın bir şey var o da biz o gökyüzünün bir parçası olmaya çoktan başladık. Yazmaya devam et, lütfen.
1 Temmuz 12.24
Günaydın küçük hanım. Seni tanımıyorum seninde beni tanımadığın gibi. Bu sabah her zaman olduğu gibi standart bir şekilde ofisime geldim. Böyle afyonum patlamamış bir şekilde. Kahvaltımı hazırladım birşeyler atıştırırken senin bildirimini gördüm. Arkadaşlık isteğimi kabul etmşsin. Ee tabi ki hemen profiline girdim. Nasıl oldu hatırlamıyorum blogunda buldum bir anda kendimi. Ön yargılı bir şekilde yaklaştım öncelikle bunu belirteyim.Allah Allah dedim blog ne işe yarıyor acaba (cahillik başa bela tabi) her neyse. Sora göz ucuyla yazılarının başlıklarını işte kalın yazdığın yerleri falan okudum önce.. Takii bir başlık dikkatimi çekene dek. Sonrası malum. Kalakaldım. 19 yaşında bir genç kız nasıl olabilirde böylesine etkileyebilir beni diye. Döndüm en başa oku, oku, oku.. Sinirimi bozdun.. İnan bana seni okurken üç saat boyunca bir paket sigara içmişim. Kitap mı okudum yoksa çocukluğumun, gençliğimin filmini mi izledim anlamadım.. Her neyse lafı çok uzatmaya gerek yok. Bu yazıyı da normalde yazmazdım ama, hak ediyorsun. Yiğidi öldür hakkını yeme demişler. Üslup, cümleler, anlatım tarzın vs.. Beni öyle bir boşluğa düşürdü ki bir kaç yazın. İçimde ki o yumruğu bende sana yazarak atmak hakkım diye düşündüm. Sana bir tavsiyem var ne kadar ciddiye alırsın bilmiyorum. Birincisi sakın bu işi bırakma. Yoksa bir gün benim gibi pişman olursun. Kendi duygularını ve yaşadıklarını bir başkasının cümlelerinde bulunca.. İkincisi sakın yaşamaktan, acı çekmekten korkma, vazgeçme. Daha önünde uzun bir hayat, çekecek acılar, düşeceğin günler olacak küçük hanım. Ama bir gün senin çıkardığın kitabın imza gününe geleceğim sana kitap imzalatmaya. Savaşırsan kazanırsın. Üçüncüsü sonuncu ve en önemlisi. Babanın kıymetini bil. Ona her gün bıkmadan usanmadan onu sevdiğini söyle, sarıl, öp, kokla ve sakın kızma, kırılma ne yaparsa yapsın. Babana helal olsun. Görmeme, tanımama gerek yok. Çünkü sen onun aynası olmuşsun. Şuan ki okuduğun bu mesajı babanın kızı oluşuna borçlusun.. Başarılarının devamını dilerim. Kibirden, egodan uzakta, sevgi içinde bir hayat yaşaman dileğiyle..
14 Mayıs 17.32
Ruhundaki o saf, masum ve temiz kız kaybolmaz inşallah bir ömür. Ve ben bir gün televizyonu açtığımda karşımda yazılarıyla ünlenmiş seni göreceğime adım kadar eminim. Sonra çocuklarıma hava atıcam, ben bu kızın ilk okuyucularından biriydim diye. Bir ömür mutlu ol.
15 Mayıs 13.43
Senin çok güzel bir enerjin var ve yazılarına da bunu yansıtıyorsun. Diğer güzel bir özelliğin ise edebi kişiliğin. İleride bir kitabını okuyabilirim umarım.
14 Şubat 18.52
Sen her zaman o güzel yazılarınla bana her an mutlu olunabileceğini, ne olursa olsun her şeye rağmen en önemli şeyin gülmek olduğunu öğrettin.Umarım bütün hayallerini gerçekleştirirsin.
17 Ocak 10.16
Seninle büyüyecek sorunların ve sorumluluklarınla başa çıkacak gücün ve iraden var. Okuyorsun, yaşamı sorguluyorsun. Yaşam rahatsız edici soruları soranlar ve cevaplarını derin bir biçimde merak edenler için daha anlamlıdır. Sen anlamlı ve güzel yaşayacaksın. Güleryüzün ve sevecenliğinle yaşamın kazananlarından biri olacaksın güzel kızım.
12 Nisan 14.50Düşüncelerinin cesur tercümanı. Sen tuttuğunu koparacak kadar güçlü bir kişiliksin.İstediğini başaracak kadar yüreklisin. Doğru zamanlarda büyük başarılara imza atacağına inanıyorum.Her şey gönlünce olsun.
Teşekkür ederim, yazamadığım tüm mesajlarınız için.
Verdiğiniz mutluluğu, hissettiğim umudu tanımlayamam.
Burası benim gökyüzüm ama haklısınız.
Siz artık bu gökyüzünün bir parçasısınız.
Verdiğiniz mutluluğu, hissettiğim umudu tanımlayamam.
Burası benim gökyüzüm ama haklısınız.
Siz artık bu gökyüzünün bir parçasısınız.
21 Kasım 2016 Pazartesi
Bir tutam hata, çok şey katar insana..
Hepimiz için yazılmış bir kader var. Gideceğimiz yerler, hissedeceğimiz güzellikler.
Hepsi, yaşayacağımız her şey bir köşede yazılmış bekliyor bizi. Hangi kararları vereceğimiz, aslında onca seçenek arasından hangisini seçip hangi yolda ilerleyeceğimiz.
Her birimizin kendi hikayesi var aslında.
Kimimizin şarkılarla anlattığı, kimimizin yaşayıp kendine sakladığı, bize ait olan bir dolu özgün hikaye.
Hayallerimiz, tecrübelerimiz, hüzünlerimiz, sevgilerimiz. Her yeni gün bir başkasının anlattığı hikayeye özenip kendi senaryomuzu biraz olsun değiştirdiğimiz.
Hayat elbette bir armağan. Geçmişte, bugünde ışık tuttuğumuz ne varsa bize sağlanan bir imkan. Geçmişe takılıp kalanlar için aslında bu yazı. Kendileri için en iyisini isteyenler ama hatalarının gölgesinde kalmaktan ileriye gidemeyenler için.
Dedim ya hayat bir armağan. İçinde ağlamakta var gülmekte, sevmekte var sevilmekte. Her şey bu güzel armağanın içinde.
Elbette hatalarla dolu yürüdüğümüz bu yol. Bizi biz yapan, olgunlaşmamızı sağlayan yanlışlarda saklı. Dönüp nefes aldığınız onca yıla bakınca pişmanlık duymayın. Asla seçimlerinizi yadırgamayın. Bizim için yazılmış bir kader var, onun için asla umutsuzluğa kapılmayın.
Hatalarda bizim bu hayatta. Doğrular kadar onlarda yolumuzu aydınlatır farkedemesekte aslında.
On beş yaşınızda aldığınız bir karara dönüp şimdilerde 'keşke' der gibi bakınca üzülmek yersiz. O gün, siz seçiminizi o şekilde yapmak istediniz. On beş yaşınız, o günkü vicdanınız öyle istediği için bugünlere geldiniz. Pişmanlıkta güzel bir duygu zira insan yaptığı tüm seçimlerin sonucunda biraz daha büyür. Bizi olgunlaştıran, şimdiki halimizle düşünmemiz için yüreklendiren her parça o hataların arasında gizli galiba. Çünkü bir daha yanlışa düşmemek için, kimse adına yanılmamak için tekrar tekrar düşünüp planlıyoruz bir sonraki adımımızı.
Belki bundan beş yıl sonra bugün yaptığımız seçimlerin sonuçlarına katlanırken de 'keşke' diyecek iç sesimiz. Hiç bir şey için geç değildir bu dünyada. Biriktirdiğiniz ne kadar 'keşke' varsa verdiğiniz nefesle birlikte salın doğaya. Yarın uyanınca yeniden başlamaya gücünüz olsun. Sırtınızda yüklendiğiniz tüm ağırlıklardan kurtulun, hayat kambur yürümeye devam etmek için çok kısa. Kaç yaşında olursanız olun, dimdik bakın dünyaya. Çünkü insan ne kadar pozitif olursa o kadar güzellik eşlik eder ona bu macerada.
Yapılan hataların hepsi dünde kaldı. Sayısız yaprağınız var bu defterde, dilerseniz her sabah bembeyaz bir sayfa açabilirsiniz. Karşınıza çıkan sorunlardan korkmayın. Hele o sorunun kendisi insansa yenilmemeye çalışın. Bütün keşkeler ömürde bir tutam kurumuş yapraktır. Dört mevsim nasıl ard arda sıralanır, her olayda ömüre ayrı ayrı güzellikler sarkıtır.
Unutmayın,
Pamuk prenses o elmayı ısırmasaydı prensle asla tanışamayacaktı.
Ve külkedisi ayakkabısının almak için geri dönseydi, asla Cindirella olamazdı.
Bırakın hayatınızdaki ayakkabılar orda kalsın, elbet bir gün size bir fırsat yaratacaktır.
Ve asla gülümsemeyi ihmal etmeyin.
Bu hayat gülümseyenleri sever, yeniden başlayabilmek bir ayrıcalıktır.
Bugün kendinize bir iyilik yapın ve bir bardak çay eşliğinde hayatınızda bembeyaz bir sayfa açın.
Bırakın o da hatalarla kirlensin, nasıl olsa bol bol kağıt mevcut o kitapta.
Yazarı siz olduktan sonra, kirlenen sayfaların pek bir önemi yok aslında.
Hepsi, yaşayacağımız her şey bir köşede yazılmış bekliyor bizi. Hangi kararları vereceğimiz, aslında onca seçenek arasından hangisini seçip hangi yolda ilerleyeceğimiz.
Her birimizin kendi hikayesi var aslında.
Kimimizin şarkılarla anlattığı, kimimizin yaşayıp kendine sakladığı, bize ait olan bir dolu özgün hikaye.
Hayallerimiz, tecrübelerimiz, hüzünlerimiz, sevgilerimiz. Her yeni gün bir başkasının anlattığı hikayeye özenip kendi senaryomuzu biraz olsun değiştirdiğimiz.
Hayat elbette bir armağan. Geçmişte, bugünde ışık tuttuğumuz ne varsa bize sağlanan bir imkan. Geçmişe takılıp kalanlar için aslında bu yazı. Kendileri için en iyisini isteyenler ama hatalarının gölgesinde kalmaktan ileriye gidemeyenler için.
Dedim ya hayat bir armağan. İçinde ağlamakta var gülmekte, sevmekte var sevilmekte. Her şey bu güzel armağanın içinde.
Elbette hatalarla dolu yürüdüğümüz bu yol. Bizi biz yapan, olgunlaşmamızı sağlayan yanlışlarda saklı. Dönüp nefes aldığınız onca yıla bakınca pişmanlık duymayın. Asla seçimlerinizi yadırgamayın. Bizim için yazılmış bir kader var, onun için asla umutsuzluğa kapılmayın.
Hatalarda bizim bu hayatta. Doğrular kadar onlarda yolumuzu aydınlatır farkedemesekte aslında.
On beş yaşınızda aldığınız bir karara dönüp şimdilerde 'keşke' der gibi bakınca üzülmek yersiz. O gün, siz seçiminizi o şekilde yapmak istediniz. On beş yaşınız, o günkü vicdanınız öyle istediği için bugünlere geldiniz. Pişmanlıkta güzel bir duygu zira insan yaptığı tüm seçimlerin sonucunda biraz daha büyür. Bizi olgunlaştıran, şimdiki halimizle düşünmemiz için yüreklendiren her parça o hataların arasında gizli galiba. Çünkü bir daha yanlışa düşmemek için, kimse adına yanılmamak için tekrar tekrar düşünüp planlıyoruz bir sonraki adımımızı.
Belki bundan beş yıl sonra bugün yaptığımız seçimlerin sonuçlarına katlanırken de 'keşke' diyecek iç sesimiz. Hiç bir şey için geç değildir bu dünyada. Biriktirdiğiniz ne kadar 'keşke' varsa verdiğiniz nefesle birlikte salın doğaya. Yarın uyanınca yeniden başlamaya gücünüz olsun. Sırtınızda yüklendiğiniz tüm ağırlıklardan kurtulun, hayat kambur yürümeye devam etmek için çok kısa. Kaç yaşında olursanız olun, dimdik bakın dünyaya. Çünkü insan ne kadar pozitif olursa o kadar güzellik eşlik eder ona bu macerada.
Yapılan hataların hepsi dünde kaldı. Sayısız yaprağınız var bu defterde, dilerseniz her sabah bembeyaz bir sayfa açabilirsiniz. Karşınıza çıkan sorunlardan korkmayın. Hele o sorunun kendisi insansa yenilmemeye çalışın. Bütün keşkeler ömürde bir tutam kurumuş yapraktır. Dört mevsim nasıl ard arda sıralanır, her olayda ömüre ayrı ayrı güzellikler sarkıtır.
Unutmayın,
Pamuk prenses o elmayı ısırmasaydı prensle asla tanışamayacaktı.
Ve külkedisi ayakkabısının almak için geri dönseydi, asla Cindirella olamazdı.
Bırakın hayatınızdaki ayakkabılar orda kalsın, elbet bir gün size bir fırsat yaratacaktır.
Ve asla gülümsemeyi ihmal etmeyin.
Bu hayat gülümseyenleri sever, yeniden başlayabilmek bir ayrıcalıktır.
Bugün kendinize bir iyilik yapın ve bir bardak çay eşliğinde hayatınızda bembeyaz bir sayfa açın.
Bırakın o da hatalarla kirlensin, nasıl olsa bol bol kağıt mevcut o kitapta.
Yazarı siz olduktan sonra, kirlenen sayfaların pek bir önemi yok aslında.
18 Kasım 2016 Cuma
Bir Çocuğun Çıkaramadığı Ses Olmak Zorundayız!
Nasıl başlayacağımı bilemediğim nadir yazılarımdan biri. Söze girdiğim noktada kuracağım cümlelerden değil belki ama farkedeceklerimden korkuyorum.
Dün gece gündeme bomba gibi düşen o yasa tasarısı hakkında elbette bu yazı.
Herkes kadar bende çekiniyorum elbet, malum günümüz Türkiyesi düşünceleri yazmayı bırakın sesli olarak dile getirmek için bile oldukça tehlikeli.
Altı adam, ellerinizle -ellerinizle diyorum çünkü bu iğrenç insanları o meclise taşıyan sizlersiniz-meclise soktuğunuz,
Hiçbir olay için bu kadar çabalamayan altı milletvekili gecenin bir vakti bir yasa tasarısı götürüyor meclise. 'İstismara uğrayan mağdur, failiyle evlensin' diyorlar. Güç bela kaldırılan çocuk yaşta ki evlilik bir anda gündeme tekrar geliyor, lakin bu kez istismarı yapan alçaklar affedilip sözde ailesinin başına dönüyor. Olacak şey mi Allah Aşkına? Vicdana, umuda, demokrasiye her şeyi geçtim bekçiliğini yaptığınız ahlaka sığar mı?
İyi niyetle yola çıkmışlar sözde, bunun neresi iyi niyet? Küçüğün rızası diyor Adalet Bakanı. Benim ülkemin adaletini koruyan adam utanmadan 'küçük' ve 'rıza' kelimelerini aynı anda kullanıyor. Böyle bir adam benim ülkemin adalet bakanı olamaz ya, böyle bir adamın fikirlerinin olduğu yerde 'adalet' kavramının adı bile anılamaz!
Ekranlarda gösteriyorlar bir yıl önce cumhurbaşkanına o üç bin kadından bazıları yalvarmış. 'ben kendi rızamla evlendim on bir yaşında, kocamı salın' diyorlar, yüzleri bile kızarmadan. Gerekçeleri ise çok sevmek. Evlenmeden sevgi olmuyor mu, illa vajinası bir penisle rahmi günahsız bir bebekle dolunca, adamın koynunda uyuyunca mı sevilmiş oluyor bu insanlar? On bir yaşında seviyorum diyen her çocuk kalkıp evlenmek istese, Atatürk'ün gözleri ışıldayarak anlattığı Cumhuriyet kadınları nasıl yetişecek bu ülkede?
Üç bin aile adına yapılmak istenen bu tasarıda sonu görünmeyen bir karanığa kaç tane masum çocuk itilecek? Pedofili adı altında, sözde tecavüz olmayan bu iğrenç olaylara 'evet' oyu kullanan milletvekillerine sözüm! Yarın aile zoruyla kadınlık namını yakıştırdığınız küçücük bedenlerin ahını, sözde savunucusu olduğunuz o dinin ışığında, yaradanın huzurunda nasıl açıklayacaksınız? Evinize gittiğinizde çocuklarınızın yüzüne nasıl bakacaksınız? Siz ne yaptığınızın farkında mısınız? Topluma, çocuğa, zamanında peygamber efendimizin toprağın altından kurtardığı bir cinsiyete, bu iğrençliği nasıl açıklayacaksınız?
Küçücük bedenler, rızanın, sevdanın, anlamını, evliliğin getirdiği sorumlulukları nasıl taşısınlar?
Siz mağduru korumayı beceremediniz, şimdi tüm adiliklere kol kanat germenin peşindesiniz!
Adını kirlettiğiniz İslam, bağıra bağıra ahlakı hatırlattı, toplum olmayı, düzeni, kadını korumayı, çocuğa sahip çıkmayı, sapkınlıklarla dolu medeniyetlere peygamber göndererek anlattı.
Ne arkasına sakladığınız dine, ne de Atatürk'ün Cumhuriyetine sığmaz bu aşağılık kararlarınız.
Orası benim meclisim değil bundan böyle, salı günü o tasarıya onay veren her ele binlerce bedduam var beslediğim.
Kan dökmeye meraklı bir iktidar, arkasında kör ve sağır bir halk olmaya devam edebilirsiniz.
Her iğrençliğe iyi niyet diyip en masum bedenleri sapkınlıklarınıza alet edebilirsiniz!
Burası artık Atatürk'ün Cumhuriyeti değil.
Burası artık özgür bir ülke değil.
Yapan, mağdur olup susan kadar, görüp kılını bile kıpırdatmayanda aynı yerdedir benim için.
Madem orası sizin meclisiniz, madem bahane ettikleri şey sizin dininiz o zaman açın gözünüzü biraz.
Gözümde, o putlara tapan adilerden farklı değilsiniz, sessizliğinizle sapkınlıkların önünde defalarca eğildiniz.
Bugün o ağzını bile açamayan, minik bedenlerinde olayın izlerini taşıyan çocukların çıkaramadığı ses olmak zorundayız!
Düşüncelerimizde yapmaya çalıştıkları iğrenç darbelere 'dur' diyebilmek için uyanmak zorundayız.
Çocuktan gelin, tecavüzcüden baba olmayacağını anlatmak ve inandığımız değerler uğruna savaşmak zorundayız!
Koynunuzda uyuyan bebeklerinizin, başında masal okuduğunuz, dokuz ay karnınızda taşıdığınız evlatlarınızın hatırına bugün anne babadan önce insan olduğunuzu hatırlayın!
Gerekçede söz edilen, utanmadan 'seviyorum' diyen o kadınlar on sekiz yaşını doldurmayı oturup bekleyebilir, lakin küçücük bir çocuk gerdek gecesinde babası yaşındaki adamı titreyerek bekleyemez!
Tecavüz aile kurmak için sebep, namusta asla iki bacak arasında değildir.
Asıl namussuzluk, beyindedir.
Ve o tasarıya imza atan o insanlar sapkınlığın vücut bulmuş halini kanlı iktidara sığınarak gözler önüne sermektedir!
Dün gece gündeme bomba gibi düşen o yasa tasarısı hakkında elbette bu yazı.
Herkes kadar bende çekiniyorum elbet, malum günümüz Türkiyesi düşünceleri yazmayı bırakın sesli olarak dile getirmek için bile oldukça tehlikeli.
Altı adam, ellerinizle -ellerinizle diyorum çünkü bu iğrenç insanları o meclise taşıyan sizlersiniz-meclise soktuğunuz,
Hiçbir olay için bu kadar çabalamayan altı milletvekili gecenin bir vakti bir yasa tasarısı götürüyor meclise. 'İstismara uğrayan mağdur, failiyle evlensin' diyorlar. Güç bela kaldırılan çocuk yaşta ki evlilik bir anda gündeme tekrar geliyor, lakin bu kez istismarı yapan alçaklar affedilip sözde ailesinin başına dönüyor. Olacak şey mi Allah Aşkına? Vicdana, umuda, demokrasiye her şeyi geçtim bekçiliğini yaptığınız ahlaka sığar mı?
İyi niyetle yola çıkmışlar sözde, bunun neresi iyi niyet? Küçüğün rızası diyor Adalet Bakanı. Benim ülkemin adaletini koruyan adam utanmadan 'küçük' ve 'rıza' kelimelerini aynı anda kullanıyor. Böyle bir adam benim ülkemin adalet bakanı olamaz ya, böyle bir adamın fikirlerinin olduğu yerde 'adalet' kavramının adı bile anılamaz!
Ekranlarda gösteriyorlar bir yıl önce cumhurbaşkanına o üç bin kadından bazıları yalvarmış. 'ben kendi rızamla evlendim on bir yaşında, kocamı salın' diyorlar, yüzleri bile kızarmadan. Gerekçeleri ise çok sevmek. Evlenmeden sevgi olmuyor mu, illa vajinası bir penisle rahmi günahsız bir bebekle dolunca, adamın koynunda uyuyunca mı sevilmiş oluyor bu insanlar? On bir yaşında seviyorum diyen her çocuk kalkıp evlenmek istese, Atatürk'ün gözleri ışıldayarak anlattığı Cumhuriyet kadınları nasıl yetişecek bu ülkede?
Üç bin aile adına yapılmak istenen bu tasarıda sonu görünmeyen bir karanığa kaç tane masum çocuk itilecek? Pedofili adı altında, sözde tecavüz olmayan bu iğrenç olaylara 'evet' oyu kullanan milletvekillerine sözüm! Yarın aile zoruyla kadınlık namını yakıştırdığınız küçücük bedenlerin ahını, sözde savunucusu olduğunuz o dinin ışığında, yaradanın huzurunda nasıl açıklayacaksınız? Evinize gittiğinizde çocuklarınızın yüzüne nasıl bakacaksınız? Siz ne yaptığınızın farkında mısınız? Topluma, çocuğa, zamanında peygamber efendimizin toprağın altından kurtardığı bir cinsiyete, bu iğrençliği nasıl açıklayacaksınız?
Küçücük bedenler, rızanın, sevdanın, anlamını, evliliğin getirdiği sorumlulukları nasıl taşısınlar?
Siz mağduru korumayı beceremediniz, şimdi tüm adiliklere kol kanat germenin peşindesiniz!
Adını kirlettiğiniz İslam, bağıra bağıra ahlakı hatırlattı, toplum olmayı, düzeni, kadını korumayı, çocuğa sahip çıkmayı, sapkınlıklarla dolu medeniyetlere peygamber göndererek anlattı.
Ne arkasına sakladığınız dine, ne de Atatürk'ün Cumhuriyetine sığmaz bu aşağılık kararlarınız.
Orası benim meclisim değil bundan böyle, salı günü o tasarıya onay veren her ele binlerce bedduam var beslediğim.
Kan dökmeye meraklı bir iktidar, arkasında kör ve sağır bir halk olmaya devam edebilirsiniz.
Her iğrençliğe iyi niyet diyip en masum bedenleri sapkınlıklarınıza alet edebilirsiniz!
Burası artık Atatürk'ün Cumhuriyeti değil.
Burası artık özgür bir ülke değil.
Yapan, mağdur olup susan kadar, görüp kılını bile kıpırdatmayanda aynı yerdedir benim için.
Madem orası sizin meclisiniz, madem bahane ettikleri şey sizin dininiz o zaman açın gözünüzü biraz.
Gözümde, o putlara tapan adilerden farklı değilsiniz, sessizliğinizle sapkınlıkların önünde defalarca eğildiniz.
Bugün o ağzını bile açamayan, minik bedenlerinde olayın izlerini taşıyan çocukların çıkaramadığı ses olmak zorundayız!
Düşüncelerimizde yapmaya çalıştıkları iğrenç darbelere 'dur' diyebilmek için uyanmak zorundayız.
Çocuktan gelin, tecavüzcüden baba olmayacağını anlatmak ve inandığımız değerler uğruna savaşmak zorundayız!
Koynunuzda uyuyan bebeklerinizin, başında masal okuduğunuz, dokuz ay karnınızda taşıdığınız evlatlarınızın hatırına bugün anne babadan önce insan olduğunuzu hatırlayın!
Gerekçede söz edilen, utanmadan 'seviyorum' diyen o kadınlar on sekiz yaşını doldurmayı oturup bekleyebilir, lakin küçücük bir çocuk gerdek gecesinde babası yaşındaki adamı titreyerek bekleyemez!
Tecavüz aile kurmak için sebep, namusta asla iki bacak arasında değildir.
Asıl namussuzluk, beyindedir.
Ve o tasarıya imza atan o insanlar sapkınlığın vücut bulmuş halini kanlı iktidara sığınarak gözler önüne sermektedir!
14 Kasım 2016 Pazartesi
PANTENE ALTIN KELEBEK REZALETLERİ
Ne modayla ne de makyajla bir ilgisi yok şu an okuduğunuz satırların. Kim ne giymiş, neden gelmiş, kimle gelmiş, ünlüler dünyasındaki son gelişmeler neymiş üzerine saatlerce düşünüp eleştiri yazıları yazan birisi olmadım hiç.
Zaten bu kişisel bir blog ve amacı yalnızca hikayemi daha iyi anlayıp sözcükler vasıtasıyla benimle bir bağ kurmanız. Ama..
Zaten bu kişisel bir blog ve amacı yalnızca hikayemi daha iyi anlayıp sözcükler vasıtasıyla benimle bir bağ kurmanız. Ama..
Dün gece Kanal D ve CNN Türk'ten canlı olarak yayınlanan 'Pantene Altın Kelebek Ödülleri' hakkında az sonra yazacağım satırlardan dolayı tüm okuyucularımdan özür diliyorum. Çünkü göz dolduran bir blogta böyle bir yazı, basitleştirme çabasının kısmen bir yansıması. Ancak yazma, açıklama amacım diğer bloggerlardan oldukça farklı.
Evimde oturduğum sakin bir Pazar akşamında kumandayla kanalları dolaşırken rastladım bu rezalete. Ödül törenlerini severim normalde, halkın seçimleri bir nevi Türkiye'nin psikolojik analizini yansıtır çünkü. Üzerine tez bile yazılır, Türk insanı izlemekten çok yaşar, yaşattırır. Ancak dün gece yayınlanan o tören medya tarihinin yüz karasıdır.
Hani olur ya ilkokul birinci sınıfta okumayı söken çocuklara kırmızı kurdele takma merasimi yapılır. Şiirler, şarkılar, danslar, gösteriler eğlenceli bir kutlama havasını alır. Küçüktür çocuklar, sahnede bir ordan bir oraya koşup ne yapacağını bilmez halde amatörce davranır. İşte öyleydi dün gece Altın Kelebek. Ne Hürriyet ailesi, ne Doğan Medya ne de Pantene belli ki kurtaramamış vasatlıktan.
İşte o törenden bir kaç detay;
Öncelikle kendisini sevmeme rağmen Pelin Akil sunuculuk için çok kötü bir isimdi. Sempatik, tatlı ama böyle bir yükün altından maalesef kalkamadı. Ekrandan okuduğunu belli eden gözleri, sürekli yarıda kesilen cümleleri törende oldukça vasat bir görüntü yarattı.
Okan Bayülgen kendimi bildim bileli sevmediğim bir insan zaten. Nedendir bilmem o adam bana hep fazla itici gelmiştir. Ödülleri alan isimler hakkında yapılan kısa videolarda sergilediği ses tonu ve diksiyonunun kuvveti şüphesiz ki tartışılmazdı. Ancak ödül aralarında sahneye çıkıp geçmiş yıllarda altın kelebek almış olan ünlülere karşı olan alaycı konuşmaları.. Belli ki genç kesimi etkilemek ve ilgilerini çekebilmek için inci caps tarzında komik bir ortam oluşturmak istenilmiş ama o ince çizgi görmezden gelindiği için tören vasatlıktan öteye gidememiş.
Diriliş Ertuğrul dizisine yapılmış olan saygısılığa gelecek olursak, konuyu bilmeyenler için kısaca açıklamak istiyorum. 'En iyi dizi' kategorisinde ödül alan Diriliş Ertuğrul dizisi oyuncuları sahneye çıktığı andan itibaren tek kelime edemeden görevli hostes tarafından sahne arkasına alındı. Öyle ki oyuncular izleyenlerine, oy verenlere bile bir teşekkür cümlesi kuramadı. Bu olaya çok sinirlenmiş olacaklar ki oyunculardan biri ödülü yere koydukları bir fotoğraf yayınlayıp 'pabucum bile bundan daha değerli' özetli bir paylaşım yaptı. Gecenin sonunda ödüllerini iade ettikleri ve bu saygısızlığı kabullenmediklerini belirten bir açıklama yayınlandı.
Bunun üzerine Okan Bayülgen olabilecek en vasat, en kaileye almaz tavrıyla yarım ağız özür diledi diziden. Olayı yatıştırmak yerine alevlendirdiğinin farkında olduğu yüzündeki ucuz gülümsemeden belliydi ve sonuçları belli ki umrunda değildi.
Bir de adamın biri elini kolunu sallayarak sahneye çıkıp herkesin şaşkın bakışları arasında yayını sabote etmeye kalktı tabi. 'Banu Alkan kadar güzel ve zeki bir kadın göremiyorum bu salonda' gibi saçma bir cümleyle gündeme gelmeye çalıştı.
Kanal D törenin ortasında yayını kesti, ödülünü alan beklemeden salonu terk etti.
Güzel şeylerde vardı elbet. Nazlı Çelik vardı mesela, bir cümlesiyle kalitesini belli eden. Fatih Portakal vardı, cezaevindeki arkadaşlarını anmadan gitmeyen. Türk sinemasının yaprak döken çınarları vardı yaşlandığının farkında olan belki de son kez seyircisiyle buluşan.
Final yapan dizi bile ödül alırken vasatlığın farkında olanların yüzünde hep aynı ifade vardı mesela tv karşısındaki seyircinin ağzını açık bırakan.
Kısacası dün gece Kanal D kendi programlarına bol bol ödül dağıttı, diğerleri avucunu yaladı.
Bu yazıyla medya bloguna falan dönüşmeye niyetim yok.
Benim anlatmak istediğim, o sihirli ekranın diğer tarafında kültürsüz, sahte ve vasat bir yalan dünyanın olduğu.
Ekranın yüzleri, radyonun sesleri rezalet bir organizasyonda, tüm ucuzluklarını sergilediler dün gece.
Keşke, medyayı ödüllendirmek istediğimizde kimseyi aşağılamadan, kimsenin birbirinden haberinin olmadığı törenler yapmadan, biraz olsun özen göstererek ekrana düşürsek.
Yansıttığınız o yalan dünyanın, tüm vasatlığını izleyip umutlarımızı bir de medya için tüketmesek.
Umarım, bir daha asla ödül töreni yapma cesaretinde bulunmaz, bizi de daha fazla rezaletlerinizle oyalamazsınız!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)